Ermenistan’da Ulusal Êzîdî Birliği1 başkanı Aziz Tamoyan ile söyleşi…
Ermenistan’da Ulusal Êzîdî Birliği[i] lideri Aziz Tamoyan ile söyleşi…
Nisan 2016 tarihinde Ermenistan’da bir Êzîdî köyüne (Zovuni) gitme fırsatını bulmuştum. Burada Ermenistan Ulusal Êzîdî Birliği lideri Aziz Tamoyan ile söyleşi yapma şansına vâkil olmuştum. Söyleşi Ermenice’den Türkçe’ye direkt olarak tercüme edilmiştir. Ermenice bilmediğimden birebir bilgi aktarımı açısından çok sağlıklı bir söyleşi yapmış olduğum söylenemez. Video kaydını Ermenice diline hâkim olan kişilere izlettim ve aktarılan tarihi bilgilerin zihinlerimizde bir çok soru işaretinin uyanmasına sebep olduğuna kanaat getirdim. Ne var ki, söyleşi bazı önemli fikir ve görüşleri de içermektedir. Söyleşiyi – dili daha anlaşılabilir kılmak adına yapılan düzeltmeler haricinde – içerik olarak sansürsüz paylaşmaya değer buldum ve buradan hareketle bu söyleşiyi farklı ama mevcut bir görüş ve ses olarak okuyup değerlendirmenizi rica ediyorum. İyi okumalar dilerim…
Sayın Aziz Tamoyan, kısaca kendinizi tanıtırmısınız?
Ben Ulusal Êzîdî Birliği’nin başkanıyım. Adım Aziz Tamoyan. Uluslararası Akademi tarafından onur üyeliğim var. (…) Êzîdî halkının kültürü ve tarihsel varlığı ile ilgili çalışmalarım var. Özellikle etnik aidiyet konusunda uzmanlaşmışım. Dünyanın en eski halklarından biri olan Êzîdî halkının tarihçilerinden birisiyim.
Kendi siyasi kimliğinizden vede bugüne dek yapmış olduğunuz araştırmalarınzdan yola çıkarak, Êzîdîleri nasıl tanımlarsınız? Êzîdîler kimdir?
Bizim ulusal benliğimiz ile ilgili en eski sözlü tarihten bize gelen söylenceye göre Êzîdî halkının Hindistan‘dan geldiğine ve Êzîdîlerin anavatanlarının Hindistan olduğuna dair epey bilimsel çalışma var. Bizim, yani Êzîdî inancı – ki biz kendi inancımıza Şarfadin deriz – sözlü tarih anlatımına dayanır ve ata‘dan yeni nesillere sözlü anlatılarak gelmiştir. Atalarımız Hindistan’ın Bombay şehrinden Orta Doğu’nun kuzeyine gelmiştir. (…) Bizim dilimizde kullandığımız telafuz ve lehçelerin bir çoğunun Hint dilinde karşılığı vardır ve eş anlamlı kelimelerle uyuşmalar sözkonusudur. Zaten konuştuğmuz dil Hint-Avrupa dilinin İrani bölümüne tekabul ediyor. Bazi dilbilimciler bizim anadilimiz ile ilgili diyorlarki bu bir Hint-Avrupa lisanıdır. Aslında bunun daha doğru olan ifadesi Hint-İrani bir lisan olduğunu söylemektir. (…)
Aziz Tamoyan’ın evinde Melek-e Tavus’un heykeline takılıyor gözüm ve anlamını birde kendisinden dinlemek istediğimi belirtiyorum…
Êzîdî halkının inancını sembolize eden ibare Melek-e Tavus’tur. Tavus kuşunun melek olarak dünyaya geldiğine inanırız biz. (…) Bizim kendi Êzîdî inancımızdaki Melek-e Tavus‘un yeriyle Hint panteonunun yerindeki yerinin birbirine benzerliği var. Bu konuyla ilgili Hindistan tarihçileri ile görüştüm ve onlara sordum: “Bizim Melek-e Tavusumuz var. Bunun Hindistan‘da ki yeri ile ilgili benzerliği ve alakası nedir?“ Bundan 3 yıl evvel Ermenistan‘ın Hindistan Büyükelçisi beni ziyaret etti ve Hindistan’dan getirdiği bu Melek-e Tavus hekeylini bana hediye etti. Biz o heykeli kutsal sayıyoruz. Büyükelçilikten gelen insanlar dediler ki: “Biz aynı halkın iki ayrı dalıyız“. Yani bu demek oluyor ki Hint halkı içinde Tavus kuşu kutsal inancın bir sembolü olarak görülüyor. Yine aynı biçimde, Hindistan‘da Kast Sistemi var. Biz Êzîdîlerde de kastlar var. (…) Bizi Ortadoğu halkı olarak tanıtıyorlar. Biz Asya’dan, Hint Okyanusu tarafından, yani en güney‘den kuzeye doğru göç ederek, Ortadoğu‘ya gelmiş toplumun en son fertleriyiz.
Êzîdî inancında da Alevi inancında bulunan „Pir-Mürşid-Rayber“ sistemi var. Bunu anlatırmısınız?
Bizde üç kasta var: Şeyh, Pir ve Mürşid. Şeyh sadece kendi kastasından olan biriyle evlenebilir. Pirler kendi kastasından ve Mürşidler kendi kastlarından biriyle izdivaçta bulunabilirler. Dünyada hiç bir kimse istese bile sonradan Êzîdî olmaz. Êzîdî doğmak gerekiyor. Hiç bir başka bir halkın mensubuyla gerçekleştirilmiş bir evlilikten doğan çocuk Êzîdî kabul edilmiyor. Hiçbir Êzîdî dünyanın neresinde olursa olsun, Alman, Rus, Ermeni veya herhangi bir başka toplumun mensubuyla olan beraberlikten doğan çocuğu, yine kız olsun, erkek olsun fark etmez, Êzîdî olarak kabul etmez. O izdivaçtan dünyaya gelen çocuk Êzîdî değildir. Bu anlamda Êzîdîlerin hiç bir halkla etnik, kültürel veya inançsal herhangi bir bağları yoktur. Kim bizi bir başka halka aitmiş gibi gösteriyorsa, bilime ve bizim tarihimize karşı tutum almış demektir. Özellikle Kürtler bizi Kürt olarak ilan ediyorlar ki bu doğru değildir. (…)
Önemli bir konuya değinmiş bulunuyorsunuz. Êzîdîler özellikle Suriye savaşından ötürü daima Kürtler ile ilgili daha popüler biçimde gündeme geliyorlar. Êzîdîler en eski ve „islamlaştırıl(a)mamış Kürtler“ olarak tanıtılıyorlar. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?
Dünyada hiç bir Êzîdî (…) bunu bilimsel olarak ortaya koyamaz. Yani etnik veya inançsal olarak Kürtler ile bir bağımız yoktur. Biz islamlaştırıl(a)mamış [ve bundan ötürü Kürtlerle ayrışmış; Z.A.] bir halk değiliz. Biz en başından itibaren [Kürtlerden; Z.A.] ayrı bir halkız. (…)
Bu fikrinizi biraz daha detaylı biçimde ifade etmenizi rica edeceğim…
Bizde geleneksel olarak tarihimizden beri gelen bir şey var: Biz barışın halkıyız. Hiç bir Êzîdî kötülük yapmaz. Dünyanın hiç bir Êzîdîsi baskı yoluyla, kılıçla, kalkanla ve zorla bir başka insanı veya halkı kendi kimliğinden etmez. Kürtler bizim çok dışımızda oluşmuş bir etnisitedir. Hz. Muhammed‘den itibaren İslam başka halklara kılıçla, şiddetle ve zorla dayatılmıştır. Kürtlerde kendilerine zorla dayatılan İslam’ı başkalarına aynı şekilde kanla dayatmışlardır. Êzîdîler kendini dayatmazlar ve kimseyi zorla bir şeye dönüştürmek istemezler. Bunu asla yapmazlar ve tarihte hiç bir zaman yapmamışlardır. İslam bizim en büyük düşmanımızdır. Ve hiç bir Êzîdî zorla islamlaştırılamaz. Biz ölümü islamlaşmaya tercih ederiz. Son zamanlarda Şengal ve Laleş‘de yapılanlar İslamî bir saldırıydı. Kendi kimliğinden edilmiş, zorla islamlaştırılmış çocuklarımızı bile biz kendimizden saymıyoruz[ii]. Bunu kabul etmiyor ve toplumumuzun dışına koyuyoruz. İslamî hiç bir gerekçe ve hiç bir unsur Êzîdîler tarafından kabul edilemez. Madem ki biz ve Kürtler aynı halkız, madem onlara aitiz ve bir bedenin parçasıyız ve eğer biz Kürtsek, neden 7‘inci yüzyıldan beri biz Kürtler tarafından soykırıma uğruyoruz?! İnsan kendi kendisini kesermi?! Kendi çocuğuna, kendinden olana kıyarmı? Dinî farklılık soykırım girişiminde bulunmak için asla bir gerekçe değildir. (…) Bize yapılan soykırımların hemen tamamı Kürtler tarafından bize yapılmıştır!
Şu an Kürt hareketinin çeşitli fraksiyonları Êzîdîleri çok sahiplenmiş durumdadır ve Êzîdîler ile ilgili belgeseller ve söyleşiler Kürt kurumları tarafından daha fazla yapılmaktadır. Şimdi Sizin bu ifadelerinizin karşısında bir de böyle bir durum var. Bunun hakkında düşünceleriniz nelerdir?
Öncelikle bir şeye açıklık getirmek istiyorum; Dünya bizi Irak’ta ve Suriye’de yaşanılan acılardan sonra tanımadı. Dünya bizi daha önce tanıdı! Bizi ilk tanıyan ülke Ermenistandır. (…) 1918‘de bizler Cihangir Ağa (…) önderliğinde Ermenistan’a geldikten sonra biz Sowjetler Birliğine dedik ki: Biz ayrı bir halkız! Biz Êzîdîyiz! Bizim Êzîdî olarak kayıtlara geçmemiz gerekiyor!“ Sowjetler Birliği bizi kabul etti. Sowjetler Birliğinde 1921‘den itibaren ne kadar nüfus sayımı yapıldıysa biz Êzîdî olarak kayıtlara geçtik.
1988‘de Karabağ sorunu çıktı ve dünya Êzîdîleri olarak imza topladık. Michael Gorbatshow döneminde Sowjetler‘de ayrı bir etnik halk olarak kendi dilimizin ve kendi kültürümüzün bağımsız olarak tanınmasını talep ettik. Bu girişime dünyanın değişik ülkelerindeki Êzîdîler de katıldılar. Bizim başvurumuzdan sonra 1989‘da Sowjetler‘de son nüfus sayımı yapıldı ve Gorbatschow döneminde bizi tek başına bir toplum olarak gösterdiler. İnsanların evlerine gidip sordular ve kim hangi kimliği belirttiyse onu yazdılar. Êzîdî olarak 59.680 ve Kürt olarak 1561 kişi bu 1989 son nüfüs sayımından sonuç olarak çıktılar. Eğer biz aynı toplumduysak hepimizi Kürt yazmalıydılar. Öyle değilmi?
Dünyada 1 Mayıs 2002 Ermenistan Cumhuriyeti‘nin Parlamentosun‘dan bizim başvurumuz sonrasında, bir kanun tasarısı geçti. Biz ayrı bir toplum olarak kanunen kabul edildik! Kendi anadilimizi Êzdiki ve dinimizi Şarfadin olarak yazdırdık. Bugün dünyada ilk defa Ermenistan‘da kendi gazetemizi yapıyoruz. Ayrıca bu kanun tasarısının kabulünden sonra bütün Ermenistan okullarında çocuklara Êzdiki dilinde kitaplar dağıtıldı. Ermenistan‘ın köylerinde nerde Êzîdîler çoğunluktaydıysa, ki Ermenistan da 50‘nin üstünde Êzîdî köyü var, Êzîdî dilinde dil kitapları dağıtıldı. (…) 50 tane okulda bizim dilimiz eğitim dili olarak devlet desteği ve güvencesinde veriliyor. Bir köyde iki tane Êzîdî ailesi bile olsa, o köye Ermenistan devleti tarafından öğretmen gönderiliyor – ki çocuklar kendi dillerinde eğitim alsınlar.
Êzîdî tarihi o kadar gizem içerisindeki, sanki önüne bir perde çekilmiş ve bizim sözlü tarihimiz var. Geleneklerimiz, rituellerimiz, inancımız hep eski tarihlerden beri sözlü olarak çocuklarımıza aktarılmıştır. Bir tek Ermenistan‘da yazıya döküldü tarihimiz. Ermenistan’da Êzîdî Tarihi ve Kültürü Araştırma merkezi kuruldu.
Tekrar; Biz kendimize Êzîdî, dilimize Êzdiki, dinimize Şarfadin diyoruz! Dünya‘nın hiç bir ülkesinde resmi olarak hiç bir varlık unsurumuz bugüne dek tanınmamıştır. Bu Ermenistan Cumhuriyeti‘nde bugüne dek ilk ve tektir! Burada varlığımız kanunen kayıtlara geçti. (…) Ermenistan Birleşmiş Milletlerin üye ülkesidir. Bu kanun tasarısından kısa bir zaman sonra Avrupa Birliği vede Birleşmiş Milletler de bizi ayrı bir ulus olarak tanıdı! (…) Biz başvurduk ve hakkımızı aldık. Ancak kısa bir süre önce Irak ve Barzani’nin bölgesinde dini bir azınlık olarak kabul edildik. (…)
Ayrı bir toplum olarak ulus devlet yapılanmalarında azınlık ve ayrı bir topluluk olarak kabul görmenin gerçekleşmesi oldukça zor bir durumdur ve uğrunda silahlı mücadeleler veriliyor. Êzîdîlerin Ermenistan‘daki bu olumlu konumunu biraz daha detaylandıra bilirmisiniz?
Êzîdîler Gorbatshow döneminde Ermenistan‘da bir ulusal uyanış yaşadı. 1988‘de Ermenista’nın dışında Gürcistan, Rusya ve Orta Asya ülkelerinde yaşayan Êzîdîlerin tek başına bir halk olduğu ve ulusal birliği kabul edildi. (…) Ermenistan‘da 1500‘ün üstünde Kürt olmamıştır hiç bir zaman. 1988‘de Karabağ döneminde Kürtler buradan gittiler Azerbeycan’a ve Rusya’ya. Eğer Kürtler bizimle aynı halkdıysa niye gittiler? (…) Onlar gittiler ve Azeriler ile birlikte Ermenistan’a karşı savaştılar. Biz ise Ermenistan’da kaldık. Ermeniler ve Êzîdîler kardeştirler. Kaderde, tasada, iyi günde ve kötü günde birlikteyiz.
Tarih’ten bir alıntı yapmak istiyorum: 1828 yılında Kuzey Irak’ta [Revan Hanlığı; Z.A.] Êzîdîler, Ermeniler, Asuriler ve Keldanilerin bir cepede, Kürtler ve Türklerin bir cepede birbirilerine karşı yürüttükleri büyük bir savaş oldu. Êzîdîlerin önderi Şeh Mirza ve Ermenilerin önderi Papaz Boğe 10 bin kişilik ordu çıkartıyorlar ve 30 binden fazla Türk ve Kürtler’den oluşan düzenli askeri güce karşı çok büyük bir savaş veriyorlar. Yine bundan yaklaşık olarak 90 yıl sonra, 1918 yılında Batı Ermenistan’da [Kuzey Mezopotamya/Kuzey Kürdistan/Doğu Anadolu; Z.A.] 6 bin Ermeni ailesi kurtarıldı ve günümüz Irak’ın kuzeyindeki Şengal ve Laleş bölgesine sığındılar. 1915 [sokırımından; Z.A.] kurtarılmış bu çocuklar Êzîdî ailelerine dağıtıldılar. (…) Ali Paşa önderliğinde ki Osmanlı Orudusu ‘bütün Ermenileri bize teslim edeceksiniz diye’ Êzîdî köylerini kuşatmaya alıyorlar. Êzîdîler Ermenileri savunmak için silahlı olarak Türklere karşı savaşıyorlar. ‘’Ölürüz de vermeyiz’’ diyorlar ve Şengal dağına çıkıyorlar. Bu savaşta iki tarafta kayıp veriyor. 75 Êzîdî, 10 Ermeni ve 245 Kürt ve Türk Şehid oluyorlar. O dönemler bölgede bulunan İngiliz komutanlarının yanına gidiyor Êzîdîler ve yardım istiyorlar. İngiliz ordularının o dönemki politikalarının sebebiyle, hem Êzîdîlerin hem Ermenilerin hayatı savunuluyor. Ancak bundan sonra Şengal dağından herkes yeniden ovaya iniyor ve kendi köylerine yerleşiyorlar. Bundan sonra Cihangir Ağa [Ezidi lideri; Z.A.] 1500 tane suvari birliğinin başına geçiyor ve Antranik Paşa [Ermeni lideri, Andranik Toros Ozanyan, Ermenice: Անդրանիկ Թորոսի Օզանեան; Z.A.] ile birlikte Türk ve Kürt ordularına karşı savaşarak Êzîdîleri [ve soykırımdan kurtulan Ermenileri; Z.A.] tutuyor getiriyorlar Ermenistan’a. 1918’de Ermenistan’a getirilen bütün Ezidiler Van’ın kuzeyinden, Iğdır, Kâgızman, Eleşkirt, Ağrı, Ahlat, Patnos, Kars, Göle, Artvin, Sürmene ve Erzurum’dan dır. Bizler oraların Êzîdîleriyiz. (…) 1918‘de (…) bağımsız Ermenistan kuruluyor. Kurulduktan sonra Ermenistan Demokratik Cumhuriyeti‘nde (1918-1920) Êzîdîlerden parlamenterler seçiliyor. Êzîdîler o dönemde Ermenistan‘da dünya‘da ilk olarak resmi politik bir görev icra ediyorlar. Hatta Êzîdî halkının kongresi oluyor. Ermenistan ulusal kahramanlarının çoğu Êzîdî dir üstelik. Onların Ermenistan‘da herbirinin heykelleri var. Kitapları var. Ermeniler bilir ve hep anlatırlar bunu. İki halk tarihi kader ortaklığından kanlarını birleştirdiler ve kardeş oldular. Her iki halkta soykırım yaşadılar ve ortak mücadele ederek, kaçarak birlikte geldiler [Günümüz Ermenistanı‘na; Z.A.]. Şimdi 1920‘lerden ne kadar öksüz varsa, bugünün Êzîdîleri o kuşakların torunlarıdırlar. Bunlar Cihangir Ağa’nın, Fadila Bey’in, Usup Bey’in önderlik ettiği kuşakların torunlarıdırlar.
Siz söyleşinin daha ilk başında Êzîdîlerin asla ellerine silah al(a)mayacağını ve asla şiddete başvuramayacağını vurguladınız. Bunu yaparken Kürtler ile kıyas yaptınız aynı zamanda Êzîdîlerin savaş katılımlarını anlattınız. Öz savunma gerekçesini de aklınızda bulundurarak, savaşa katılım konusunu biraz daha açıklayabilirmisiniz?
Bunu yine tarihten kesitlerle örneklendirerek ifade etmeye çalışayım; 1988 yılı ile birlikte Êzîdîler ilk ulusal savunma birliklerini, yani Karabağ Özgürlük Birliklerini kurmak zorunda kaldılar. 1918‘de olduğu gibi 1988‘de de Ulusal Kurtuluş Savaşını verdiler. Bizim 500‘den fazla süvâri birliğimiz gittiler Karabağ‘da savaştılar. (…) Biz soykırım tehlikesi karşısında öz savunma zorunluluğundan elimize silah almak durumunda kaldık. (…) Êzîdîler ellerine bir tek şey için silah alırlar o da namuslarını ve fiziksel yaşamlarını korumak için. Asla kimseye kendi etnik veya dini kimlik, düşünce veya başka herhangi bir şeyi dayatmak için değil. Tekrar ifade etmek istiyorum: Êzîdîler hiç bir kimseye ve halka asla kendi kimliğini, etnisitesini, inancını, fikrini dayatmak için herhangi bir şiddet aracına başvurmaz! Kendi doğrularını birisine ve birilerine, her ne sebepten olursa olsun, empoze etmek için herhangi bir baskıya başvurmaz! Ancak Kürtler [İslam adına; Z.A.] bunu yapıyorlar ve ayrıca, Irak‘ta Êzîdî birlikleri var ve o birliklerin içinde bakın Kürtler yok. Biz Kürtlerle kesinlikle kardeş değiliz. Bu bize zorla empoze ediliyor. (…)
Son dönemlerde Suriye savaşından kaynaklı Êzîdî varlığı dünya gündeminde popüler biçimde yerini aldı demiştik. Buradan hareketle kimlik ve aidiyet tartışmalarını yaşayan kimi Aleviler ve özellikle Kızılbaş Aleviler kendilerinin Êzîdîlere çok benzediklerini ifade etmeye başladılar. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Kızılbaş Alevileri ile Êzîdîler aynı kökene aittirler. Bizler aynı kökten gelen bir toplumun fertleriyiz. (…) Aleviler de doğaya saygı duyarlar, başka toplumlara zarar vermezler ve barıştan yanadırlar. Dünyada kimse diyemez ki ‘Kızılbaş Aleviler‘den veya Êzîdîler‘den bize kötülük geldi‘. Bu kötülük daima bizlere yapıldı. Bizim Kızılbaş Alevileri ile herşeyden önce bir kader ortaklığımız var. Tarihsel yaşanmışlıklarımız çok benzeşiyor. Bizde olan Şeyh, Pir ve Mürşid farklı isimlerde de olsa Alevilerde de var. 1995/96 yıllarında ben Alevi Pirleriyle görüştüm. Yine Almanya’da benim çok yaşlı bir amcam vardı. Êzîdî toplumu içinde filozof olarak bilinirdi. Amcam bize diyordu ki: „Ermeniler ile yakınız, dostuz ama Kızılbaş Alevileri ile kardeşiz biz“.
Avrupa diasporasında Alevi sözcü ve öncüleri Alevi toplumunu devlet katında „resmi din“ olarak tanınma sürecinde ‘Alevilik İslam’ın neresinde?‘ veya ‘İslam Aleviliğin ne kadar içinde?‘ tartışmalarına girdiler. Ortodoks İslam’ın egemen olduğu Türkiye’de Alevi kitlesinin içinde İslam’ın daha etkin olduğunu gözlemleye biliyoruz. Daha çok Avrupa diasporasında bazı Alevi fraksiyonlarının Aleviliğin üzerinde ve içinde İslam’ın etkisinin (daha fazla) büyümesine karşı daha sert bir tutum içinde oldukları görünüyor. Sizin bir Êzîdî lideri olarak Alevilere çağrınız ne olurdu?
Ne olduysa 680‘den sonra oldu. Biz Yezda’nın yolunda gitmeye daima devam ettik, vazgeçmedik ama Kızılbaş Alevilerini zorla, kılıçla islamlaştırmaya çalıştılar. (…) Bütün halkım adına diyorum ki Kızılbaş Alevileri Müslüman değildir. (…) Onların içerisinde Şialaşmış ve Sunnileşmiş bir kesim vardır. (…) Benim tüm Alevilere diyeceğim şudur: Kendi özünüze dönün! Kendi özgün, tarihsel, kültürel ve inançsal özünüze dönün.
Sayın Aziz Tamoyan ve ailesine bana ayırdıkları vakit ve misafir perverlikleri için sonsuz şükranlarımı sunarım…
[i] Yezidi National Union ULE
[ii] Bu ifadeye ilişkin söylenilmesi gereken önemli bir ayrıntı var: Bahsedilen tutum, Suriye’de yaşanılan vahşet karşısında artık tüm Êzîdî liderleri tarafından uygulanılan bir tutum değildir. Mevcut koşullarda bu konuda bir değişim sözkonusudur. Irak’lı Êzîdî yazar ve aktivist Mirza Hasan Dinnayi’nin Viyana’da 20 Mart 2017 tarihinde düzenlenilmiş olan „74. Ferman“ adlı panelde paylaştığı bilgilerle, Irak’ta Êzîdî liderlerinin DEAŞ (ad-Dawlah al-Islamiyah fil-‘Iraq wa ash-Sham) tarafından kaçırılmış ve gasp edilmiş Êzîdî kadınlarının her halükârda başarabildikleri taktirde ailelerine geri dönmeleri ve ailelerin bu aile fertlerini kâbul etmeleri gerektiğine dair çağrıda bulunmuş olduklarını, tekrar beyan etmiştir.
Kızılbaş Dergisi Sayı 78