Dürüst olalım…Soykırımdır!
Dersim’de yaşanılanlara resmî devlet literatürü “isyan” tanımını koyarken, duruma daha eleştirel bakan bazı çevreler ise “katliam” tanımını daha uygun görmektedir. Kimileri de “olay”, yani “Dersim olayları” demeyi daha uygun görüyor. Bazı meslektaşlarım yapmış oldukları calışmalarında ve sunumlarında “soykırım” tanımlamasından özenle kaçınıyorlar. Peki, neden Dersim’de yaşanılanlar ile ilgili “soykırım” tanımlamasını yapmak bu kadar zor? Bu yazımda Dersim’de yaşanılanlarla ilgili fikrimce “soykırım” teriminin neden doğru ve gerekli olduğunu anlatmaya çalışacağım…
Cumhuriyet Halk Partisi, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen 10 Kasım 2009 tarihinde Meclis’te ‘Kürt Açılımı’ ile ilgili Adâlet ve Kalkınma Partisi, AKP hükümetinin “terör ile mücadele“ biçiminde “müzakere“ yolunu seçmiş olmasını eleştirmişti. Öymen konuşmasında ‘Atatürk’ün hiç bir zaman “teröristlerle müzâkereyi değil“ herzaman „mücadeleyi tercih etmiş“ olduğunu’ ifade etmiş ve müzâkere ederek terörün meşrulaştırıldığının altını çizerek bunun bir “teslimiyet“ olduğunu söylemişti. Bu konuşmada bir de Dersim ile ilgili şu açıklamada bulunmuştu:
Analar ağlamasın’ diyorlar. Kurtuluş Savaşı’nda analar ağlamadı mı? Şeyh Sait isyanında analar ağlamadı mı? Dersim isyanında analar ağlamadı mı? Bir tek kişi Türkiye’de çıkıp da ‘Analar ağlamasın diye, bu mücadeleyi durduralım’ dedi mi? (Youtube, 11.07.2013).
Bu konuşmadan itibaren Dersim konusu bir dönem Türkiye siyasetinin gündemine oturmuştu ve bazı “gizli“ belgeler tartışma konusu olmuştu. Artık Türkiye’de hemen bütün gazetelerde ‘Dersim ile ilgili “gizli“ raporlar gün yüzüne çıkmıştır‘ havasında, bir takım siviltoplum kuruluşları, tarihçi ve yazarların daha öncelerde irdelemeye çalıştıkları konu bir dönem ilgi odağı olmuştu. Milliyet ve Cumhuriyet gibi resmî gazetelerde de sıralanan bu “gizli“ raporlardan bir kısmını bu yazımda – yazının asıl meramına dayalı anlaşılırlık açısından sadece kısaca paylaşacağım.
Yazar Bahadır Kurbanoğlu Haksöz haber’e[i] vermiş olduğu yazısında şu bilgileri paylaşmıştı ve bu bilgiler aynı dönemde ayrıca bir çok gazete de tekrar edilerek yerini bulmuştu:
Dâhili işlerimizde en mühim bir safha varsa, o da Dersim meselesidir. Dâhilde bulunan işi, bu yarayı, bu korkunç çıbanı ortadan temizleyip koparmak ve kökünden kesmek işi her ne pahasına olursa olsun yapılmalı ve bu hususta en acil kararların alınması için hükümete tam ve geniş salahiyetler verilmelidir. M. Kemal Atatürk (1936, TBMM Açılış Konuşması)
Milletimizin layık olduğu yüksek medeniyet ve refah seviyesine varmasını alıkoyabilecek hiçbir engel düşünmeye yer bırakılmadığını ve bırakılmayacağını huzurunuzda söylemekle bahtiyarım. (‚Bravo!‘ sesleri, alkışlar) Tunceli’ndeki icraatımız neticeleri bu hakikatin yakîn ifadesidir.“ M. Kemal Atatürk (1 Kasım 1937, TBMM Açılış Konuşması)
Kimi ifadelerde “Bilinen ilk Dersim Rapor’u 1986 yılına aittir“ denilsede aslında Dersim “Kızılbaşların Kalesi“ olarak özellikle 16. asır’da Osmanlı devletini hayli meşgul etmiş başını ağrıtmıştır (Taş 2012, 2015; Ünal). 15. ve 16. yüzyıl Safevi devletine karşı Osmanlı İmparatorluğu’nun bölgede iktisâdî ve siyasî iktidar sahasını etkinleştirmeye çalıştığı döneme tekâbul etmektedir (Taşğın 2004, 2008; Sohrweide 1965; Aydın 2010). 19. yüzyıl’ın ikinci yarısından itibaren ulusal egemenlik kurmak adına ‘Türkleştirmeyi‘ esas alan Cumhuriyet’e karşın, 16. yüzyılda Osmanlı devlet hâkimiyetini sağlayabilmek adına Sünni Ortodoksisi‘ni kurumsallaştırma siyasetini güdmekteydi. Dolayısıyla Dersim Osmanlı için özellikle Kızılbaş(-Alevi) kimliğinden ötürü yüzyıllara dayanan bir problem teşkil ediyordu ve Cumhuriyet bu problemi kökten çözmeyi tekrar beyan etmişti.
Cumhuriyet sömürgeci çizgide (Zeydanlıoğlu 2008) bir program izleyerek, neticesinde “koloni“ veya “sömürge“ olarak gördüğü doğu sahasında ‘Türk(çe)leştirmek‘ amacıyla “medenileştirme“ projesini başlatmıştı. İttihatçi devlet geleneği Birinci Dünya harbinin öncesinde, esnasında ve sonrasında gücü ele geçirdikçe “saf Türk ve Türkçe“ hayalini gerçekleştirebilmek üzere “temizlik“ operasyonlarını hızla sürdürmüştü. 1925 Şark İslâhat programının devamında 02.02.1926 yılında Mülkiye Müfettişi Hamdi bey İçişleri Bakanına sunduğu raporda şunları belirtmişti:
Dersim cumhuriyet hükümeti için bir çıban başıdır. Bu çıban üzerinde kesin bir ameliye yapmak, memleket selâmeti için mutlaka lâzımdır. (bianet.org, 14.11.2009)
Ve: Okul açmak, yol yapmak, refah sebeplerini sağlayacak fabrikalar kurmak, kendilerini meşgul etmeye yarayan çeşitli sanayi işleri sağlamak, özet olarak yurt sahibi yapmak veya uygarlaştırmak suretiyle ıslaha çalışmak hayalden başka bir şey değildir… (ayn.)
19 Eylül 1930 yılında Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yayınlanan dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt şu ifadeleri kullanmıştır:
Benim fikrim ve kanaatim şudur ki, memleketin kendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır. O da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır.
21.12.1931 yılında Birinci Umumî Müffettişi İbrahim Talî bir raporunda Dersim’e ilişkin şöyle demiştir:
- A) Bütün Dersimin hariçle münasebetini kat ederek (keserek) bu yüzden taarruzlarına ve ticaretlerine mani olmak, aç kalacak halkı zamanla kendiliğinden ilticaya icbar etmek (zorlamak) ve şu suretle Dersimi fenalardan tahliye. B) Her tarafı esaslı surette kapadıktan sonra ihata çenberini tedricen darlaştırmak ve fenalıklardan dolayı yakalananları derhal Dersimden çıkarak Garba atmak ve serpiştirmek. (Hür 2008, Ilıcak 2011).
1932 yılında dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya bir raporunda şöyle diyor:
Kuzey Dersim halkı batıya göç ettirilmelidir. Askeri harekât başlamadan önce tüm silahlar toplanmalıdır. Yerli memurlar, (yani Kürtler)[ii] casustur. Dersimlilere kendilerinin aslen Türk olduklarını öğretmek lazımdır. Uçakların talim uçuşları Dersim üzerinde yapılmalıdır. (Cemal, 19.11.2011)
1934 yılında İskân Kanunu çıktı ve 1935’te Dersim’in adı ‘Tunç Eli‘ olarak değiştirildi. Buradan sonra soykırımın sistematik biçimde planlandığını belgeleyen bir sürü rapor süreci takip etti ve sonunda İsmet İnönü Genelkurmay Fevzi Çakmak’ın da bulunduğu 18.06.1937 tarihli Bakanlar Kurulu Toplantısında Tunceli İslâhat Programı’nı açıklamıştı.
Bu program Dersim’e yol, köprü, okul, kışla yapılacak; askerlik ve vergi işleri düzene konulacak; ağalık, derebeylik, şeyhlik kökünden kaldırılacak, zorbaların malları devlete geçecek; halka toprak, ziraat aletleri ve tohumluk verilecek; Dersim’i haydut yatağı durumuna getirenler batı illerine nakledilecek, orada iskân edilip namuslu ve eğitilmiş vatandaşlar haline geleceklerdir. Ayrıca, Dersim tamamıyla boşaltılacak ve burada Bakanlar Kurulu’nun izni olmadan kimse oturmayacak ve yerleşmeyecektir. Ülkenin öbür köşelerine yerleştirilen Dersimliler ev ev dağıtılacaklardır. Böylece Horasan’dan gelme öz Türk olan Dersimliler, asıl çevresine ve benliğine kavuşacaktır. (Can 2011)
Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak daha önce 1931 yılında raporunda şu ifadeleri kullanmıştı:
Dersim cahildir. Zorunlu iskan uygulanmalıdır. Yüksek memurlara koloni (sömürge) yönetimlerindeki yetkiler verilmeli. Türklük telkini yapılmalı. Kürt kökenli yerli memurlar tümüyle bölgeden çıkarılmalı. Dersimli okşanmakla kazanılmaz. Silahlı kuvvetlerin müdahalesi, Dersimliye daha çok tesir yapar ve iyileştirmenin esasını oluşturur. Türk toplumu içinde Kürtlük eritilmelidir. (Cemal, 19.11.2011)
Asimilasyon aracının sistematik ve süreçsel etkisinin boyutuna değinmek için şunları belirtmeliyim: 28 Aralık 1938’de dönemin eğitim bakanı Hasan Âli Yücel Köy Enstitüleri projesini başlattı. Bu projeyi salt asimilayson kapsamında değerlendirmek yetersiz kalacaktır, ancak Ayhan Serhat Işık ve Serhat Arslan “Bir Asimilasyon Projesi: Türkiye’de Yatılı İlköğretim Bölge Okulları” adlı çalışmalarında bu okulların asimilasyon siyasetinde yükseldikleri boyutları tanımlamayı denemişlerdir. Ulus devletleşme ve milliyetçilik konularını irdeleyen Benedikt Anderson ‘sömürgeci eğitim sistemlerinin’ çıkış notkalarını ve etnik toplulukların ‘kendilerine yabancılaşma’ süreçlerini irdelerken asimilasyon araçlarının okul eğitimi vasıtasıyla ne denli büyük etkilere sahip olduğunu vurgulamaktadır (1983: 121-123).
Yazımın bu kımsında ise bir şeyleri hangi koşullarda nasıl, neye göre ve ne için tanımladığımızın ve bu tanımlamalardan meydana gelen algıda ve anlamda yaratılan sonuçlarının, yani dilin insan veya toplumların kendi gerçekliklerini inşaa etme konusundaki önemine dikkat çekmeyi denemek istiyorum; 1960’lı yılların sonlarında Fransa da Post-Yapısalcılık akımı ortaya çıkmıştır. Bu akımın bilim dünyasına geçmesini sağlayan düşünürler (Jacques Derrida, Jacques Lacans, Michel Foucault, vs.) dilin pratikteki kullanımını ile sosyal gerçekliğe ilintisini sorgulamışlardır. Dil, işaret ve semboller ve anlam arasında bağlantıları çözümlemeye çalışan bu düşünürler dilin gerçeği inşaa etme konusunda merkezi bir işlevinin olduğunu açıklamışlardır. Burada dil düzenleyici ve gerçeği dizayn eden olarak ifade buluyor (Almanca: Signifikant, yani anlam ve Signifikat, yani içerik). Sömürge Sonrası Araştırmaların (Post-Colonial Studies) bünyesinde araştırmalarını yapan Gayatri Chakravorty Spivak dilin bu “anlamlandırma” ve “düzenleme”, yani gerçeği üretme işlevine “worldling” (İngilizce world dünya demektir. Kelimenin birebir tercümesi: dünyalaştırma) diyor. Dilin bu işlevselliği vasıtasıyla aynı zamanda “normlar” belirleniyor. Buradan hareketle şu düşünceleri aklımdan geçirmek durumda kalıyorum: Eğer Dersim’de yaşanılanlara “isyan” dersek siyasî ve hukukî açıklamalar ve uygulamalar ona göre yapılacaktır. Nitekim devlet yaptıklarını Dersim’de yaşanılanlara “isyan” diyerek meşrulaştırmaktadır. Dersim’de yaşanılanlara “olay” diyenler fikir ve tavır belirleyemenler, bu işi muğlakta bırakmak isteyenlerin tercihi gibi duruyor. Yaşatı/-nılanlara “katliam“ diyenler durumun boyutunu küçültmekle birlikte bir yandan da ‘Orada bir insanlık dramı yaşanmıştır. Evet’ diyor. Dolayısıyla Dersim’de yaşanılanları nasıl tanımladığımız, onu nasıl anladığımız ve nasıl sonuçlar çıkartmak istedigimiz açısından önemlidir. Nitekim, yapılacak tanımlama siyasi duruşu da pratiği de belirleyecektir. Bu noktada, uluslarası hukukun “soykırım” açıklamasına bakmak istiyorum…
Hukukçu Raphael Lemkin 1944 yılında yazılarında “soykırım“ terimini şu ifadelerle tanımlamıştır:
(…) toplumları yok etme amaçlı onların temel yapıtaşlarını yok etmeye yönelik çeşitli uygulamaları içeren sistematik bir plan. Biz Jenosid dediğimizde bir ulusun veya bir etnik grubun yok edilmesini kast ediyoruz. Bu yeni kelime (…) antik yunanca bir kelime olan genos (ırk, aşiret) ve latince bir kelime olan cide’nin (öldürmek), birleşiminden türetilmiştir. Genel olarak bir jenosidden bahsetmek, bir ulusun tek bir hamlede yok edilmesi anlamına gelmez, bir ulusun tüm üyelerini toplu biçimde ölürmek hariç. (…) Jenosid’in iki aşaması vardır: birincisi, baskı gören grubun ulusal unsurlarını yok etmek, diğeri ise bu gruba baskıyı uygulayan grubun ulusal unsurlarını empoze etmek. Bu uygulama, baskı altında olan grubun, yaşadığı bölgede kalmalarına izin verilmekle de olabilir veya baskı altında olan grubun başka yerlere iskân edilmesi ve onların yerine sonradan bölgeye egemen olan grubun ulusal unsurlarının yerleştirilmesiyle gerçekleştirilebilir. (Lemkin 1944: 79)[iii]
Birleşmiş Milletlerin (BM) Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması (CPPCC) sözleşmesi (1948)[iv] şunlardan oluşmaktadır: [v]
- Bir grubun üyelerini öldürmek;
- Toplum bireylerinde ağır fiziki ve psikolojik tahribatlar yaratmak;
- Bir grubun kendisini yok etmesi için, kasten bunu sağlayacak koşulları dayatmak;
- Bir grubun üreme imkanlarını kısıtlamaya dayalı uygulamaları dayatmak;
- Bir grubun çocuklarına şiddet yoluyla el koymak. (voelkermordkonvention.de)[vi]
Genocide‘nin (Türkçe yazılımı ile Jenosid) yanısıra, bu durumu detaylandırarak Etnocide (Kültürel Soykırım) ve Democide/democidial genocide (devletin fiilen direk kendisinin bir toplum kesimini sistematik biçimde yok etmesi; Rummel 2003) tanımlamaları da geliştirilmiştir. Etnocide toplum bireylerinin fiziki olarak imhâsını değil, o toplumun dilini ve kültürünü yok etmeye yönelik uygulamaları açıklamaktadır. Özellikle İskân Kanunu ve daha sonrasında farklı silahlı örgütlerin bölgede devlet ile çatışma halleri, köy boşaltmaları ve ekonomik sebeplerden ötürü göç durumlarıyla birlikte özellikle mekân’dan uzaklaş(tırıl)ma sebebinden ötürü, inanç ritüellerini gerçekleştirememe konusunda, yine değişen (değişmek zorunda olan) koşullar, ana/birinci dilin illegalize edilmesi ve yasak olması gibi bir sürü tekleştirme amaçlı devlet siyaseti, bu bölge halkının kültürünü, dilini ve inancını yaşatamama konusunda da etkin olmuştur.
Buradan hareketle ‘soykırım‘ terimini, yazımı tamamlamak üzere biraz daha irdelemek istiyorum; 2013 yılında İstanbul Boğaziçi Üniversitesinde düzenlenilmiş olan Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler konferansında, tarihçi Taner Akçam “Ermenilerin Din Değiştirmesinde Yapısal Bir Unsur Olarak Asimilasyon“ isimli sunumunda Raphael Lemkin’in jenosid tanımının önemli olduğunu vurgularken, bu tanımlamanın soykırım uygulamasının özünde yatan sistematikliğini ve süreçselliğini açıkça ifade ettiğini belirlemiştir. Yine Lemkin’in bu tanımlamasını bazalarak, Akçam jenosid’in sadece bir fiziki yok etmeyle sınırlı olmadığına ve burada özellikle asimilasyon yönteminin yok edici unsurlarına ve onun jenosid uygulamalarındaki önemli rolüne vurgu yapmıştır. Burada çeşitli asimilasyon araçlarının uygulanmasıyla zamanla egemen grupların kendi ulusal karakteristiklerini baskıcı biçimde diğer gruplara dayatmasının bu grupların yok olmasına sebep olduğunu açıklamıştır.
Şunu eklemeden geçemeyeceğim; 1944 yılında hukukçu Lemkin bu soykırım tanımını Simele katliamını (1933)[vii], Holokost’u (1945) ve Ermeni Soykırımını (1915 ve daha önce 19. yüzyıl’ın son yıllarında) bazalarak yaparken, BM bu tanıma yasal statü kazandırmış ve 12 Ocak 1951’de yürürlüğe koymuştur.[viii] Aktivist Hüseyin Tunç’un (konuşma, 11.11.2017) uluslararası arenada soykırım tanımının “tamamen konjonktürel çıkarların şekillendirdiği bir sözleşme” olduğu yorumu ise Dersim’de yaşanılanların tüm kriterleri karşıladığı halde, dünya siyasi aktörleri tarafından günümüze dek umarsızca görmezden gelindiği gerçeğinin altını çizmektedir.
Sonuç olarak, devam eden Dersim’i insansızlaştırma projelerine (baraj projeleri, PKK ve farklı silahlı örgütlerin devlet ile sürdürdükleri çatışmalar) ve Dersim’i kimliksizleştirme projelerine “soykırım ve soykırım sürecinin devamıdır” denilemediği müddetçe sürekli yarayı kaşımanın ve kanatmanın altında yatan amaç ve kaygıların ne olduğunu anlamak oldukça güç. Eğer “isyan” terimi tercihse şunu anlamamız gerekli: hiç bir ulus devlet kendi içinde kendisine isyan eden bir unsura müsâde etmez. Bu ulus devlet yapılanmalarının işlevine aykırı bir durumdur. Ulus devlet yapılanmaları bunu kâbul etmezler ve evet, mevcut dünya sisteminde ulus devletler tekçidir. Tekçi zihniyetlerin karşısında yer alan unsurlar ya dönüştürülür yada yok edilirler. Eğer “olay” denilirse, tabiri caizse ‘Ne suya ne sabuna dokunmadan, vakti zamanında bir şeyler olmuştur ama konuşmaya değmez’ tavrını takınmış oluruz. Eğer “katliam” terimi tercihse, ‘Evet, bir hata oldu ama Atatürk orada değildi ve onun iradesi dışında birileri yanlış yaptı. Ne yapalım?’ deme çaresizliğinden kurtulunamaz. Ama eğer “soykırım” denilirse, işin günümüze dek dayanan boyutları idrak edilmiş olunur. İttihatçi (ırkçı) ve şöven bir zihniyetin geçmişten günümüze gelen süreci anlaşılmış olunur. En nihâyetinde nasıl olduda Dersim insanının bu denli özüne yabancılaştığı anlaşılmış olunur ve belkide artık kendi iradesine sahip çıkmanın yolları aranmaya başlanmış ve evvela şu soykırım tanımının işe geldiği gibi kullanılmasına müdâhale ve dünya kamoyu önünde etkin bir siyasî duruş geliştirme konusunda farkındalık oluşturulur…
Kaynakça ve Dipnotlar
Aydın, Erdoğan (2010): Osmanlı Gerçeği. Nızam-ı Alem’in Gayrı Resmi Tarihi. 11. Baskı. Kırmızı yayınları. İstanbul.
bianet.org (14.11.2009): Dersim’de 1937-1938’de Ne Oldu?: http://bianet.org/bianet/toplum/118252-dersimde-1937-1938de-ne-oldu [13.11.2017].
Can, Hakan (21.11.2011): Dersim, Cumhuriyet hükümeti için bir çıbandır. Bkz.: Dünya Bülteni: http://www.dunyabulteni.net/tarihten-olaylar/184260/dersim-cumhuriyet-hukumeti-icin-bir-cibandir [11.11.2017].
Cemal, Hasan (19.11.2011): Dersimli okşanmakla kazanılmaz. Bkz.: Milliyet: http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/hasan-cemal/-dersimli-oksanmakla-kazanilmaz—-1464969/ [11.11.2017].
Hür, Ayşe (16.11.2008): 1937-1938’de Dersim’de neler oldu? Ayşe Hür. Bkz.: T24: http://t24.com.tr/haber/1937-1938de-dersimde-neler-oldu,183539 [11.11.2017].
Ilıcak, Nazlı (22.11.2011): Atatürk elbette haberdardı. Bkz. Sabah: https://www.sabah.com.tr/yazarlar/ilicak/2011/11/22/ataturk-elbette-haberdardi [11.11.2017].
Onur Öymen’in Dersim konusmasinin tamami (11.07.2013): https://www.youtube.com/watch?v=yLDOjbr0TcU [11.11.2017].
Rudolph J. Rummel: Demozid – Der befohlene Tod. LIT-Verlag, Münster.
Sohrweide, Hanna (1965): Der Sieg der Safaviden in Persien und seine Rückwirkungen auf die Schiiten Anatoliens im 16. Jahrhundert. Bkz.: Der Islam 41. Leipzig.
Taşğın, A. (2004): Hata’iden Günümüze Anadolu Alevilerinde Farklılaşma. Birinci Uluslararası Şah İsmail Hatai Sempozyum Bildirileri. 9-10-11 Ekim 2003. Gülağ Öz (ed), Ankara. s. 297-306.
Taş, K. (2015): Tunceli/Dersim’in Osmanlı hâkimiyetine girişi ve Osmanlı’nın XVI. asırdan itibaren sınırları içindeki Kızılbaşlara karşı tutumu ve bunun Dersim’e etkisi. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi. Sayı 72.
Taş, K. (2012): Tunceli (Dersim) Çevresindeki Aşiretler ve Sosyo-Kültürel Yapıları. Yüksek Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı. Genel Türk Tarihi Bilim Dalı. Ankara.
Völkermordkonvention: https://www.voelkermordkonvention.de/voelkermord-eine-definition-9158/ [11.11.2017].
Zeydanlioglu, W. (2008) „The White Man’s Turkish Burden“: Orientalism, Kemalism and the Kurds in Turkey“ from N/A, Neo-colonial mentalities in contemporary Europe?: language and discourse in the construction of identities. s. 155-174, Newcastle: Cambridge Scholars.
[i] Haksöz haber (15.11.2014): Dersim: Ulusalcı Barbarlığın “Medenileştirme” Projesi. Bahadır Kurbanoğlu Dersim katliamını yazdı: Kaynak: http://www.haksozhaber.net/dersim-ulusalci-barbarligin-medenilestirme-projesi-54071h.htm [11.11.2017].
[ii] Türkiye’nin doğusunda (Kuzey Mesopotamya, Kâdim Dersim, Kuzey-Kürdistan, Batı-Ermenistan) yaşayan Türk olmayan halklara topyekün ‘Kürt’ denilmiştir.
[iii] Aslı: (…) a coordinated plan of different actions aiming at the destruction of essential foundations of the life of national groups, with the aim of annihilating the groups themselves. “By “genocide” we mean the destruction of a nation or of an ethnic group. This new word (…) is made from the ancient Greek word genos (race, tribe) and the Latin cide (killing) (…). Generally speaking, genocide does not necessarily mean the immediate destruction of a nation, except when accomplished by mass killings of all members of a nation. (…) Genocide has two phases: one, destruction of the national pattern of the oppressed group; the other, the imposition of the nation-al pattern of the oppressor. This imposition, in turn, may be made upon the oppressed population which is allowed to remain, or upon the territory alone, after removal of the population and colonisation of the area by the oppressor’s own nationals”.
[iv] Convention on the Prevention and Punishment of the Crime of Genocide (CPPCC). Resolution 260.
[v] Aslı: a) Tötung von Mitgliedern der Gruppe; b) Verursachung von schwerem körperlichem oder seelischem Schaden an Mitgliedern der Gruppe;
- c) vorsätzliche Auferlegung von Lebensbedingungen für die Gruppe, die geeignet sind, ihre körperliche Zerstörung ganz oder teilweise herbeizuführen;
- d) Verhängung von Maßnahmen, die auf die Geburtenverhinderung innerhalb der Gruppe gerichtet sind;
gewaltsame Überführung von Kindern der Gruppe in eine andere Gruppe.
[vi] Yazı’da yapılan tüm tercümeler şahsıma aittir.
[vii] 11 Ağustos 1933’te Kürt ve Arap aşiretleri Kuzey-Irak bölgesinde, Hrıstiyan bir toplum olan Süryanileri sistematik biçimde büyük oranda imhâ etmişlerdir.
[viii] Temeli 21 Kasım 1947’de Kararnâme 180 ile atılmıştır. Bu kararnâmede “toplu cinayet” insanlık suçu olarak belirlenmiştir.
Kızılbaş Dergisi Sayı 79