Sarkis Hatspanian röportajı ve “BİZ” sınıfta kaldık…

Osmanlı İmparatorluğu „modernleşme“ sürecine Tanzimat (1839-1876) reformaları ile giriş yaptı ve bunu bir anayasa ile taçlandırdı (Birinci Meşrutiyet 1876). Tanzimat dönemi kimi araştırmacılarca Kemalizme giden süreçte ilk adım olarak da nitelendiriliyor. Berkes‘e göre yapılan reformlar özellikle Sultan İkinci Mahmut (1808-1839) ve Birinci Abdülmecit (1839-1861) laikleştirmeye yönelik, tanınmış gayrimüslim kesimin eğitim, askeriye ve hukuk sisteminde yasal hak ve statülerini de kapsıyordu (Berkes 1964: 78fff). Nişanyan Birinci Mesrutiyet’in 8’inci maddesi Müslüman ve Gayrimüslüman vatandaşın ismini eşit biçimde „Osmanlı“ olarak belirlediğini aktarıyor (Nişanyan 1995: 131). Birinci Meşrutiyet Osmanlı’nin Meşruti Monarşi biçiminde yönetilmesinin altyapısı oldu. Berkes bu süreci bir nevi Şeriat kanunları ile yeni düzenlemenin paralel işlevselliğinden bahseder (Berkes 1964: 78fff). Sadece bir kaç yıl sonra İkinci Abdulmecit Birinci Meşrutiyet‘i yürürlükten kaldırmıştır (Rumpf 1999: 207f). Bu hareket özellikle Tanzimat reformlarına başından itibaren sıcak bakmayan muhafazakar islamcı kesimler tarafından da desteklenmiştir. Cumhuriyetçilik, Meşrutiyet ve Milliyetçilik Avrupa‘da eğitim almış devlet erkleri tarafından benimsenmiş ve 19’uncu yüzyılın ortalarında Osmanlıya adapte edinmek istenmiştir (Arslan 2016: 116). 1865 yılında bu kesim daha sonra Yeni Osmanlılar Cemiyeti olarak anılacak olan İttifaki Hamiyet’i kurarlar (Berkes 1964: 204). Özellikle gazeteci ve bürokratlar tarafından oluşturulan bu yapı Osmanlı milliyetçiliği ideolojisini geliştirmiş ve Cumhuriyetçi vatanseverlik, İslam ve Osmanlı aristokarsisini bir arada tutma arzusunda olmuştur (Berkes 1964: 204). Yeni Osmanlılar‘ın fikir  ve çizgileri Jön Türkler tarafından devralınır ve millliyetçi bir akım olarak Osmanlı‘nın çöküşüne kadar faliyet gösterir (Hanioğlu 1995: 16f). Askeri bürokrasi üyelerinden oluşan Jön Türkler İkinci Abdulhamid’in 1908 yılında Meşrutiyet‘i yeniden devreye koyup 1918’e kadar sürecek olan İkinci Meşrutiyet‘i ilan etmesinde etkin olmuşlardır (Rumpf 1999: 209f). Ancak Jön Türkler tekrar yürürlüğe konulan 1876 anayasasında ciddi değişiklikler yapar, İkinci Abdulhamid‘i devredişi bırakır ve İttihat ve Terakki Fırkası’ni ilan ederler (Rumpf 1999: 209f). Dressler bundan sonraki sürece dair modernleşmeden daha çok, aslında Osmanlı devlet unsurlarının Cumhuriyet şartlarına uygun hale getirilmesi adına bir adaptasyondan bahsedebileceğimizi aktarıyor (Dressler 2002: 130). Göle İkinci Meşrutiyet ile birlikte ideolojik ve kurumsal anlamda Cumhuriyet‘in temel taşları yerine oturtulmuş ve aslında Tanzimat sürecinden itibaren askeri erkler modernleşme sürecinde etkin olmuşlardır, der (Göle 1999: 20).

2016 yılında son yayınlanmış çalışmamda Türkiye Cumhuriyeti’nde aslında hiç bir zaman tam anlamı ile bir laiklik oluşumundan bahsetmemizin mümkün olmadığını uzunca ifade etmeye çalıştım (Arslan 2016). 1925 Tekke ve Zaviyeler Kanu’nu çerçevesinde  Sünni din insanlarına devlet himayesinde resmi memuriyet verilirken, Alevi inanç insanları sanki bir “tasavvuf tarikat’ı” üyeleriymişçesine bu kanun zarfında yasaklanmış ve tanınmamışlardır (Arslan 2016: 102). Hilafet’in kaldırılmasının Sünni mezhebi’nin egemenliğinin de kaldırılması anlamına geldiği yanılmasına düşen ve yeterince örgütlülüğe de sahip olmayan Aleviler, bu durumu değiştirmekten yoksun kalmışlardır.

Bu yazımda çokca tartışılmış, eleştirilmiş olan ve Türkiye‘de olduğundan farklı olarak, dünyada tam manası ile bir devrim niteliğinde kabul edilmeyen Kemalizm’in modernleşmesinin Osmanlı‘dan arta kalan topraklarda ne anlama geldiğini biraz irdelemeye çalışacağım;

Mithat Cemal Kuntay Cumhuriyet‘in 15’inci yıldönümü 1938de Recep Tayyip Erdoğan’in sürekli sarf ettiği şu dizeleri yazmıştır: „BAYRAKLARI BAYRAK YAPAN ÜSTÜNDEKİ KANDIR. TOPRAK EĞER UĞRUNDA ÖLEN VARSA VATANDIR“. Yine aynı şekilde „Ne mutlu Türküm diyene“ dizeleri, „Bir Türk dünyaya bedeldir“ gibi, dağa, taşa yazılan, çizilen, ve her an her yerde ülke sınırları içinde insanların beyinine kazınmak istenen bu sloganları o toprakları tanıyan herkes bilir. Öyle ki zorla, toplum iradesinin dışında, tepeden inme bir modernist girişimden de öte militarist bir yapılanmanın ülke topraklarında yaşayan her bireyin benliğine dayatıldığını görebiliyoruz. Kendinden olmayanı dışlayarak, ötekileştirerek bir „BİZ” yaratılmaya çalışıldı, çalışılıyor. Sosyolog Besim Can Zırh „milli muhafazakârlık“, yani Türk-Türkçe-Sünni-Müslüman paradigmasının dışında kalanlar için günümüzde çokça kullanılan terimin ”ötekileştirme’nin“ de – özellikle mevcut siyasi ortamda – eksik kaldığını ve aslında ”değillemek“ teriminin, yani „yok saymak” terminin daha doğru olabileceğinin kanısında (Zırh 2015: 331). Genel olarak daha öncelere dayanan ve bir yazımda Mehmet Özyazanlar‘ın fikri olan „İttihat ve Terraki şimdi meyvelerini veriyor“ da belirtmiş olduğum paradigmanın bir sonucu Kürtler „Dağ-Türkleri” ve Aleviler “gerçek Türk kültürünün taşıyıcıları” olarak ilan edilmiş ve dizayn edilmek istenmştir mesela. Bu iki gurup “değillenirken“, yani ”yok sayılırken”, Hırıstiyan inancına mensup olan toplumlar ise ya topyekün insanlık tarihinden silinmeye çalışılmış[1] ya da ötekileştirilmiştirler.

Tek partili dönemin lideri ve ülkenin Milli Şefi, İsmet Inönü‘nün[2] emri ile dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel 28 Aralık 1938 tarihinde Köy Enstitüleri[3] projesini hayata geçirmiştir. Başarılı olan Anadolu çocukları buradan eğitim aldıktan sonra kendileri öğretmen olarak Anadolu‘nun çeşitli yerlerinde ders vermişlerdir. Projeyi daha etkili kılmak adına 1932 ve 1951 yıllarında Halkevleri[4] faliyet göstermiştir. Bulmer ve Solomos şöyle belirtiyorlar „[…] kollektif kimlikler süzgeçten geçirilmiş bir hafızayı zemin alır ve kendisine kimlik verilmiş bu toplum bir araya toplanılan ortak geçmişin bir ürünü olur […] daha sonra benimsenmiş olan kültürel kimlik kolay bir biçimde millyetçi ve hatta ırkçı eğlimlere dönüşebilir […]” [5] (Bulmer; Solomos 1998: 827).

Atatürk[6], Vatan, Millet, Sakarya, Türkçülük, Misak-ı Milli adına bu paradigmanın dışına çıkan her unsur yasak kılındı, yok sayıldı, yok edildi, çeşitli asimilasyon politikalarına maruz kaldı. Paradigma çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı, çok dinli, çok etnisiteli ve en nihayetinde çok renkli olan bir yapının üzerinden silndir gibi geçti. 1924’te Türk Tarih Kurumu (TTK) ve Türk Dil Kurumu (TDK) Türkçe ve Latin alfabesini de getirirken aslında toplumsal hafızayı da sildi mesela. Günümüzden yüz yıl önce yazılmış olan tarihi kaynakları okuyabilmek ancak eski dillere hakim olan az sayıda akademisyene münhasır bir etkinlik olmuştur.

Türkiye-Yunanistan Savaşı 1922 ardından 24 Temmuz 1923’te Lozan antlaşması imzalanır. Daha önce ”İslam kardeşliği” adı altında Kürt beyliklerinin desteğini alan Atatürk, Lozan antlaşmasında verdiği sözlerden cayınca Şeyh Said (kökeni Zaza’dır) isyanı tarihin sayfalarındaki yerini alır.[7] Akabinde yeni yönetim 24 Eylül 1925te Şark İslahat Planı‘nı kararlaştırır. Burada Welat Zeydanlioğlu’nun „Kemalizm’in Oryantalizmi’ne“ – yani batı sömürgecilerinin dünyanın doğu ülkelerini kendi çıkarları doğrultusunda kullanma amaçlı “anlama girişimi” ve kendi yapılarını bir nevi „nabza göre“ dayatma projelerini hatırlayarak – Kemalist anlayışın benzer şekilde ülke topraklarında yaşayan ve paradigmanın dışında duran tüm birimlere, insan canı pahasına, bir tekleştirme projesi olduğuna kanaat getirebiliriz.

Uğrunda kan dökülmüş ve can verilmiş toprakların tarihi Cumhuriyet döneminde de aynı şekilde yazılmaya devam eder; Ağrı İsyanları 1927-1930 yıllarını kapsar. 29 Aralık 1929da Mustafa Kemal Atatürk emir verir ve bu isyanda kanla bastırılır. Dönemin Cumhuriyet gazetesi şu manşetleri atar „Temizlik başladı. Zeylân Deresindekiler tamamen imha edildi”[8];Uçaklarımız asilerin üzerine bomba yağdırdı. Ağrı […] ateşler içinde. Türklerin demir kanatları isyancıları imha etti. […] Zeylân hareketinde öldürülenlerin sayısı 15.000dir. Zeylân deresi ağzına kadar cesetler ile dolu[9]; ve: “Bunlar (Kürtler) Amerika’nın Kızılderililerinden daha yetenekliler, ama cani ve barbarlar …[…] Onlar yüzyıllardır ırkımız için bir başbelasıdır[10]; Cumhuriyet 1930’in manşetlerinde yerini almıştır.

Bu soykırım girişimleri yıllarca devam eder ve Dersim 1937/38de Kızılbaş Alevileri‘de paradigmaya uymadıkları için, dönemin Kemalistleri‘nin anlayışına göre ”medenileştirilmek“ adına büyük bir kırımdan geçerler. Yine burada da benzer gazete manşetleri ile karşı karşıya kalıyoruz: “Açlar ile çıplaklarla meskûn olan bir yer medenileştiriliyor, geriliğin ana merkezi olan bu muhitte şimdi Türk motörlerinin uğultusu birbirine karışıyor”.[11]

Yine günümüzde AKP yönetimi altında Güneydoğu/Kuzey Kürdistan da benzer manzaralar ve benzer gazete manşetlerine şahit oluyoruz: „Nusaybin yerle bir. Savaş manzaraları ilçede, yıkılan evlerin duvarlarına Türk bayrakları asıldı[12]. Yine ayni şekilde Türk askerlerinin girdikleri köylerde yıkılan evlerin duvarlarına yazdıklarına şahit oluyoruz „Türk‘sen övün, değilsen itaat et“; „Zafer Allahındır”; „Devlet geldi”; „ Akıllı olun. Devlet bir daha gelmesin“; vs.

Buradan hareketle Alevilerin Kemalizm ile ilintisini biraz irdelemek istiyorum; Metin Aktaş Sosyalist Mesopotamya dergisinde ”Alevilik ve Kemalizm“ başlıklı makalesinde şunları ifade ediyor „Devşirme yöneticilerin güdümünde olan Osmanlı İmparatorluğu’nca dışlanan, hatta değişik bahanelerle kırıma uğrayan Aleviler, hoş görüsüzlüğün ve hiç hak etmedikleri iftiraların yarattığı toplumsal-siyasal ortamdan korunmak için, Cumhuriyet dönemine dek olabildiğince, kimliklerini ve ibadetlerini gizlemek zorunda kalmışlardır. Mustafa Kemal Paşa’nın öncülüğünde kurulan Kuvay-ı Milliye örgütünde, bütün yurtseverlerle birlikte buluşan Aleviler, Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan sonra gerçekleştirilen Büyük Türk Devrimi’nde beklentilerini bularak, Kemalizm ile bütünleşmişlerdir.”[13] Abdullah Saygılı Radikal’e ”Alevilik ve Kemalizm’in Sorunlu İlişkisi“ makalesinde söyle diyor: „Alevi toplumunun Kemalizm’e sempati duymasının diğer önemli bir nedeni de, halifeliğin kaldırılmasıyla, devletin din karşısında tarafsız bir konuma geldiği ve Alevilerin Sünni İslam dayatmasından kurtulduğu yolundaki inançtır“.[14] Kenan Alpay İslamcı bir yayın olan Haksöz Haber’e ”Kemalizmin Bekasına Koşulan Alevilik ve Sosyalizm“ makalesinde şunları belirtiyor: „Kemalist ideoloji ve iktidar sınıfları bekasını teminat altına almak için bir taraftan ordu, yargı, akademi ve medya üzerinden siyaset yürüttü. Diğer taraftan da Alevi ve sol-sosyalist kesimleri de toplumun yükselen İslami taleplerine karşı yedekte tuttu, sahadaki etkinliklerinden düzenli olarak imkân devşirdi”.[15] Nuri Çıntay iştirakî’ye ”AKP, Kemalizm ve Aleviler” başlıklı makalesinde „TC’nin esas düsturu, “tek vatan, tek millet, tek bayrak, tek din, tek dil” olmuştur, yani daha anlaşılır olarak söylersek, o „Ulus Devlet“ oluşturmanın esaslarına göre hareket etmiştir ve bu ihtiyacına uygun şablonun dışında kalan her toplumsal grup ve birey de bir şekilde o şablona sokulması gereken hedefler olmuştur. Her zaman ve bu noktada Osmanlı’nın ümmet anlayışına paralel yöntemlerin modernize edilmesinden öte bir şey yapılmamıştır. Osmanlı’nın halifelik makamı ve şeyhülislam eli ile yürüttüğü işler ve işleyiş, cumhuriyetin diyanet ve benzeri „modern kurumları“ aracılığıyla kesintisiz olarak sürdürülmüştür[16] diyor.

Böylesi devasa bir tekleştirme projesinden günümüze kalanlar ise değillenmiş, yani “yok sayılmış” bir Alevi kitlesi, değillenmiş bir Kürt ulusal mücadelesi, yok edilmiş Ermeniler, başka toplumlar ve varlığı farklı etnisiteler içinde eritilmeye çalışılan Zazalar. Enteresan olan ise bugün Kemalist Oryantalistler’den öğrenilen ötekileştirme, değilleme, kısaca ”benden değilsen, benim gibi değilsen yoksun, olmamalısın, olamazsın” anlayışının ve “BİZ” olmanın sadece başkalarını “değillemekten”, “ötekileştirmekten” geçebileceğini zanneden,  haksızlığa uğramış ve uğrayan toplum bireyleri tarafından tekrar edilmesi ve yeniden üretilmesine şahit olmamızdır. Frantz Fanon ”Yeryüzü’nün lanetelilerini“[17] 1961de yazdığında sömürgecilerin Afrika halklarına uyguladıkları şiddeti tersine çevirip özgürleşmek için tersine, yani ezilenlerin, yani yeryüzünün lanetlilerinin sömürgecilere karşı kullanmaları gerektiğini savunmuştu. Aslında çoğu zaman sadece renk değiştiren dünya siyasi konjüktürü gereği, eski sömürge ülkelerinin yeni dünya düzeninde de üretim ilişklerinde “alt basamaklar” da yerine sadık kalması post-kolonial araştırmalara 1990’lardan itibaren konu olmuştur. Bu anlamda “öğrenilen şiddetin” ezenlere karşı kullanılmasından daha çok, yine sömürgecilerin yeni manevraları ile, ezilenlerin kendi aralarında birbirilerine karşı kullanmalarına şahit oluyoruz. Silahlar ise yine “ezenlerin“ uzantıları ve devamı olan şirketlerden alınırken, en nihayetinde barışı getirenlerde savaşı getirenlerde, kısacası satrançı oynayanlar yine bu, yani aynı gruptan çıkıyor….

Ermeni araştırmacı yazar Sarkis Hatspanian geçtiğimiz haftalarda Almanya Bundestag’ı tarafından Ermeni Soykırımı’nın kabul edilmesinin akabinde Ermeni ve Kızılbaş Alevi diasporasını karşılaşmalı ele alan bir röportaj[18] vermişti (Haziran 2016). Çokça sert tepkilere, hatta bir anlamda sanal alemde linç girişimine maruz kalan bu röportaja yukarıda belirtilen yazının ışığında değinmek istiyorum…

…Dünya tarihinde gerektiği biçimde tanınmamış ve hala tartışmalı bir konu olan Ermeni soykırımı ile ilgili konuşurken, belki de fikirlerine en çok, Ermeni halkı ile yüzyıllarca komşuluk yapmış Kızılbaş Alevi (Kırmanc) toplumu tarafından anlaşılabileceğini de düşünerek, daha rahat ve direkt olarak paylaşmıştır düşüncelerini Sarkis Hatspanian. Sosyal medya’da günlerce süren ve çeşitli platformlarda ve kanallarda devam eden tartışmalar gösterdi ki Zaza ve Kürt halklarına mensup olan bireyler Hatspanian’ın verdiği röportajda sadece kendisinin hırçın üslubundan ve net olarak milliyetçi siyasi görüşünden ötürü değil, aynı zamanda içerik olarak, ifade ettiği konulardan ötürü de çok sert eleştirilerde bulundular. Konu uzadıkça uzadı ve en son ‘Zazaların aslında kim oluğu’ sorusunda tıkandı kaldı. Bu anlamda Sarkis Hatspanian’ın işaret ettiği ‘aslında Zazalar nerden geldiklerini, kim olduklarını, nereye gittklerini bilmiyorlar’ fikrinin de – tekrar tartışmacılardan gelen yorumların karmaşıklığından ve yoğun bilgi kirliliğinden ötürü – doğrulanmış olduğuna şahit olduk.

Kürt ulusal mücadelesini benimsemiş olanlar (halk arasında ‘Kürtçüler’ olarak da bilinen) ‘Zazaların aslında Kürt olduklarını’ ısrar ile savunurken, kimi Zazalar (halk arasında ‘Zazacılar’ olarak tanımlanan) ısrarla bunun aksi olduğunu savundular; ‘köklerini kadim bir İrani İmparatorluk olan Part Krallığı’na dayayanların yanısıra, Zazaların gerçek Zerdüştler ve hatta ‘bölgede yaşayan en eski toplum’ olduğunu, bunun ötesinde ‘Avesta’nın kendi (Zaza) kitapları olduğunu’ savunanlara kadar geniş bir yelpazeyi okuduk yorumlarda. Öyleki ‘Ermenilerin Balkanlar’dan gelip Anadolu’ya yerleştiklerini’ kararlı biçimde ifade edenler oldu. ‘Ermenilerin Zazaları da sömürerek ve dünya kapitalist üretim ilişkilerinin en üst kesimlerine hizmet ederek üretken olduklarını ve zenginleştiklerini’ savunanlardan, ‘Ermenilerin Dersim’de hiç bir zaman kayda değer bir çoğunlukta olmadıklarını, yalnızca yüzde bir, en fazla yüzde ikilik bir oranda var olmuş olduklarını’ savunanlara kadar çok farklı yorumları okuduk. Kimi tartışmacılar çeşitli kaynakları (Yunan, İngiliz, Alman, Ermeni, vs.) kullanmaya çalıştılar, haritalar paylaştılar. ‘Haritaların her dönem egemen güçler tarafından hazırlanıldığını, tarihi de egemen güçlerin bireyleri yazdığını dolayısı ile her zaman doğruluk payının tartışılabilinir olduğunu’ ifade edenler oldu. Farklı kaynaklardan ve zaman dilimlerinden haritaların sunulmuş olduğu gözlerden kaçtı, ignore edildi. Ancak tartışmacıların hemen hepsinin buluştukları ortak nokta ‘Sarkis Hatspanian’ın Ermeni halkını çok fazla yücelttiği ve sanki herşeyin yaratıcısı olarak ilan ettiği’ bundan ötürü de ‘ırkçı’ ve ‘Nazi olduğu’ kanısı oldu. Kimi tartışmacılar ‘sürekli Ermeni kaynaklarına başvurulmasından’ dert yandılar, ancak kaynakların sadece Ermenice olmadığını bir kenara koyalım, aynı zamanda Sarkis Hatspanian’ın da dediği üzere, yazı kültüre sahip olan Ermeniler birlikte yaşadıkları ve komşuluk yaptıkları Zazaları, Kürtler ve Alevi Kızılbaş toplumunun da hikayelerini ve onlar ile ilgili gözlemlerini  – inkar etmediler – yazdılar. Zazalar ile ilk etnografik çalışmalara Ermeni kaynaklarında ulaşabiliniyor mesela, üstelik manipule edilmemiş halleriyle. Çok eski, yani kökleri yüzyıllara dayanan Ermeni kaynaklarında direkt olarak Zaza halkından bahsediliyor. Bu gerçeği es geçip sonuç olarak en nihayetinde tartışmacılar şu konuda hemfikir oldular: “Ermeni misyonerler – ki buraya beni ve yıllarca Zazaca diline hizmet etmiş ve bu anlamda hala çalışmalar yürüten dilbilimci Mesut Kesin’i de katarak – Zazaları asimile etmek istiyorlar!”; Burada özellikle dikkat çeken bir tartışmacı ve akabinde onu onaylayanların şu ifadesi oldu “Herkes (Ermeniler, Kürtler, Türkler) mazlum Zaza halkını asimile ve kendi içinde eritmeyi amaçlıyor! Buna asla göz yummamalıyız!“ oldu. Sarkis Hatspanian’nin tüm eleştirileri ile birlikte üstüne basabasa ifade ettiği bir cümle önemsenmiyor: “Kaynaklar çok eski ve Ermenice. Gelin araştırın, okuyun ve araştırmanın sonucunda kendiniz karar verin. Kürtler bizi asimile etmek istiyor, Ermeniler bizi asimile etmek istiyor demeyin!”.

Çok önemli bir noktayı gururla ifade ediyor röportajda Hatspanian “Bizim yazı kültürümüz var! Biz yazılı tarihe sahip olan bir toplumun çocuklarıyız!“. Bu anlamda ‘yazılı tarihe sahip olmayan Kırmanc halkının günümüzde bile bilimsel araştırma yetisinden oldukça uzak durmasını bir türlü anlamlandıramadığını’ ifade eden Hatspanian, ‘Ermeni kaynaklarında açıkça ismi ile belirtilen ve olduğu gibi tanımlanan, Türkiye topraklarında ve Osmanlı yazılı kaynaklarında yok sayılan bu halkın, Ermeni soykırımına karşın oldukça duyarsız kalmasını’ da anlamalandıramıyor. Röportaj’ın yayımlanmasının akabinde başlayan ve günlerce süren tartışmalar da gösterdiki, soyırıma ilişkin ciddi boyutta bir kabullenememe ve inkâr tutumu hakim.

“Ermeni soykırımında Zaza halkı Ermenileri korumuştur“ ifadelerinden, “Ermeniler hiç bir zaman Dersim’de kayda değer bir çoğunluğa sahip olmamıştır” ifadelerine ve ‘köy isimlerinin aslında Ermenice değil de Zazaca olduğuna’ kadar geniş bir fikir paylaşımını sergilediler tarışmacılar sosyal medyada. Bugün Dersim’de yaşayanlar Ermeni köy isimlerini inkar etmezler ve bilirler. Dersim topraklarının hemen her yerinde Ermeni halkının izi vardır, harabe olmuş kiliseleri, evleri, ziyaretleri, yaptıkları çeşmeler, vs. Bu röportaj bazı tartışmacıların bu gerçeklikleri tamamen inkâr etmesine sebep oldu. Kızılbaş Alevi toplumunun her bireyi büyüklerinden dinlemişlerdir Ermeniler ile yaşadıkları komşuluklarını. Soykırım ise bir kaç kısa cümleler ile ifadelerde yerini buluyor. Soykırım Dersim topraklarında gerçekleşirken bütün Kızılbaş Alevi aşiretleri de, bireyleride aktif olarak katıkda bulunmuş olmasalar da, tanık olmuşlardır mutlaka. Dersim’de kendi içinde çeteler tarafından yapılan hırsızlık, talan, yağma, kadın kaçırma olayları ifade edilir hep Dersimlilerin kendilerince, Ermeniler neden bu çetelerin gazabından mahrum kalmış olsunlar? Deri çeket zarar görmesin diye, önce çeketi çıkarttırıp daha sonra ateş eden, kadının parmağındaki yüzüğü çıkmıyor diye parmak kesen Dersimli çeteler Ermenilere neden dokunmuş olmasınlar – heleki soykırım siyasetinin ve talanın gölgesinde? Veya para karşılığında Ermeni çocuklarını kendi himayeleri altına almış olamazmı kimi Dersimli yoksul aileler? Olmadı mı? Bugün Zaza veya Kürt Kızılbaş Aleviliğine geçiş yapmış Ermenileri nasıl açıklarız? Bana anlatılan hikayelerde Rus askerlerinin ne kadar sevildiği ortaya çıkıyor; bir Ermeni kadınının tehcir esnasında “Türk, Türk, sen para’mı istersin? Al sana para!” diyerek altın kesesini Fırat nehrine boşaltmasının hikayesini dinledim; bir Ermeni’nin Zazaca dilinde “Siz Kırmanclar bize az mı yaptınız?” dediğinin hikayesini dinledim. Köyler boşaltıldı Kürtlere, Zazalara, Alevilere ve diğer toplum mensuplarına Ermenilerin yerleri yurtları verildi yada bırakıldı. Bunlar günümüzde devam eden siyasi uygulamalardır. Yine Maraş Terolarda veya Türk ordusunun yerle yeksan ettiği Kürdistan’da benzer sahnelere tanık oluyoruz günümüzde…

Farklılıklar ortaya çıktıkça neden bir zamanlar ötekileştirilenler bugün başkalarını ötekileştirirler? Savunma neden garip bir tedirginlikle, karşısındakini karalayarak ve aşağılayarak gerçekleşir? Acısını mağdur edebiyatına yatmayarak direk ve hatta sert bir üslup ile ifade eden insanı, acı çekmiş bir toplumun mensupları olan bazı Kırmanclar neden hissetmekten bu kadar yoksun? Peki, günlerdir röportaj üzerine tartışanlar, fikirleriniz ne kadar net? Kimlik krizi yaşayanlar birbirine türlü şekilde aslında Zazaların kim oluğunu anlatmaya çırpınanlar kimler? Şu an Zaza Kızılbaş Alevi toplumunun yaşadıkları belirsizlikler için suçlu hep ve sadece Türk devletimidir? Birileri de bazı gerçekleri veya farklı fikirleri ifade ettiği zaman, eleştirdiği zaman neden düşman, misyoner, ajan ilan edilir? Neden dönüp kendisine bakmaz kimi insanlar? Sürekli Dersim’in ne kadar mağdur ve ne kadar mazlum ve ama ne kadar da üstün bir toplum olduğunu duymaya alışmış bizler, tüm hırçınlıklarımızın ve temelde öz savunma da olsa – saldırganlığımızın ortaya çıkması için bu röportajın yayınlandığı günü mü bekledik? Sarkis Hatspanian ‘kendiniz araştırın, öğrenin ve sonunda siz kendiniz karar verin!’ derken ‘Dost acı söyler’ deyimi yerini buluyor kanımca.

“Kimlik” terimi akademide çokça tartışılan bir meseledir. Kimlikler şartlara ve koşullara göre geçişkenlik ve değişkenlik gösterir, yani çevresinde olup biten koşullara göre sürekli hareket halinde olurlar. Aynı biçimde sosyal bilimde tek bir kimlikten bahsetmek de mümkün değildir (sub-identitiy, multiple identity). Kimlikler katmanlıdır, yani koşula ve zamana göre farklı katmanlar daha ön plana çıkarlar. Mesela Alevi olan bir bireyi kimi zaman Sol-İşçi hareketi içerisinde, bir başka zaman Kürt hareketi sıralarında, kimi zaman Zaza konularında, bazen Kemalist-Cumhuriyet mitinglerinde, artık diasporada çeşitli partilerde göçmenler adına yapılan etkinliklerde, ve sayre görebiliriz ve hepside o Alevi’nin kimliğinin bir parçasıdır. Bir dili konuşmak bir tane kimlik veya bir ulus kimliği belirlemek için yetersizdir örneğin. Augê (1995) ‘kimliği sınırları net biçimde belirleme’, yani ‘sınırlama’, ‘dışlama’ olarak nitelendiriyor. Derrida (1994) ‘yapılanma’ olarak, yani ‘doğal değil yapay bir biçimlendirme’ (l’exeterieur consitutif) olarak ifade eder. Anderson (1991) toplulukların ‘hayali’ olduklarını (imagined community), yani ‘içini ve altlarını doldurduğumuz kadar ve şekilde varolurlar’ der. Sarup (1998) ve Friedmann (1990) aynı şekilde ifade ederler ve ‘süreç’ ayrıntısına işaret ederler, yani ‘bir süreçten geçiş sonucu kimlik belirlenmesinden’ bahs ederler. Mouffe (1998) ‘kimlik terimini sosyal ve politik güç çatışmaları ekzeninde’ tartışmaya koyar. Strasser (2002) ‘çokyönlü ve karşılıklı dengelemeler’ sonucunda gerçekleşen bir kimlik oluşumundan bahseder. Baumann (1999) ve Elwert (1997) ise ‘kimliklerin değişkenlik, geçişkenlik ve katmanlarına işaret’ (switching; shifting) ederler.

Paylaşım savaşı yaşanıyor yine. Haritalar yeniden çizilecektir. Ulusal devlet yapılanmaları günümüz dünyasında artık tartışılırken ve yeni alternatif yapılanmalar düşünülürken, zamanı geldiğinde pazarlıklar yapılacak (şu an yapılıyorda), birileri bir şeyleri isteyecek, tarihi veri ve yazılı kaynaklara da dayanarak taleplerde bulunacak, bir şeyleri ifade edecek ve söz isteyecektir. Kürt ulusal mücadelesi tüm zorluklara rağmen devam ederken, Ermeni toplumunun önemli bir kesimide – ki söz konusu röportajda bu da açıkca ifade ediliyor – bir takım hedef(ler) peşinde ve çalışmalar içersindedir. Tüm bunlar olurken Zaza ve Kızılbaş Alevi toplumunun payına ne düşecek? Nerede duracaklar? Ne isteyecekler? Ne yapacaklar? Kendilerini nasıl ifade edecekler? Ve birilerinin ifadelerine göre bu kadar ‘mazlum ve savunmasız’ olan, ‘herkesin vurup geçtiği’ bir toplum nasıl olurda etki-tepki kıskacına girip demokraside, empatide, adalette, bilimde, kaynakta, dönüp kendine bakmakta ısrar etmek yerine kutuplaşmayı pekiştirmeyi, ayrıştırmayı sivrileştirmeyi ve bir insanın milliyetçi tavrı karşısında kendi milliyetçi damarlarını keşf etmeyi başardı? Bir Sarkis Hatspanian mı ‘mazlum’ Zaza halkını – ‘milli muhafazakârlık’ paradigmasından öğrendikleri şekilde – başkalarını ötekileştirmek pahasına ”BİZ” yaptı?

Yeri geldiğinde “Osmanlıyı biz kurduk!” diyen bazı Aleviler ve yeri geldiğinde “Kürtler ve Türkler Kurtuluş Savaşında omuz omuza dövüştüler!” ve “Bizler Fatih’in ve Selahaddin’in torunlarıyız!” diyen kimi Kürtler, “Ermeniler Dersim’de misyonerlik yapıyor!” fikrinde – bu röportajin sayesinde buluşmayı başarabildiler.

Kemalist eğitim veren Türk okullarının süzgecinden geçerek her yıl istatistiklerde illeri birinci gelen ve bunu bu röportajın tartışma ekzenindede defalarca gururla dile getiren Tunceli’nin bazı evlatları, bazı tartışanları: Söz konusu röportajı doğru okuma konusunda hepimiz de sınıfta kaldık. İşin gerçeği ve çıkan sonuç kanımca bu oldu! Son olarak ‘Neden ve nasıl bu insan ile röportaj yapar kendisini karşımıza çıkartırsın’ diye sitem edenlere şunu ifade etmekte yarar var; Sarkis Hatspanian’ı sorgulamak veya yargılamak değildi amacım, görevim kendisine soru sormak ve fikirlerini öğrenmekti. Bu tip röportajlarda kişinin fikirlerini belirtmesinde müdahale olmaz. Türk Televizyonlarından alıştığımız tartışma programları ile karıştırmak, kıyaslamak yersiz ve yanlıştır. Ben işimi doğru yaptım ve amacıma ulaştım. Bu fikirleri değerlendirmek, üzerinde düşünmek, analiz yapmak ve yeni kaynaklar geliştirmek hepimize düşüyor. Bu anlamda sadece Sarkis Hatspanian söyledikleri değil, belki de daha fazla olmak üzere, kendisine yapılan yorum ve tepkiler de büyük ve karanlık bir resmi seriyor gözler önüne. Röportaj üzerinde daha uzunca konuşulacağa ve tartışılacağa benziyor…mümkünse saygı çerçevesinde.

 

Diptnotlar

[1] Topal Osman Karadeniz’de mensup olduğu Rum etnisitesini yok etmek için üstün çabalar göstermiştir.

[2] İsmet İnönü Kürt etnisitesinin bir mensubudur ve aynı zamanda Türkleştirme projesinin birinci fikir adamlarından ve uygulayanlarındandır.

[3] Tarih ve Toplum dergisi: Köy Enstitüleri Neden Kuruldu, Neden Kapatıldı?: https://toplumsaltarih.wordpress.com/2012/09/07/koy-enstituleri-neden-kuruldu-neden-kapatildi/ [4.8.2016]

[4] Websayfa Halkevleri:  http://www.halkevleri.org.tr/ [4.8.2016] Ayriyetten bkz: 1963 – 1980 (Askeri darbe sonucunda kapatılmıştır) yıllarında – ikinci devresinde – iktidar yönetimlerinden görece serbest bir çalışma biçiminde hareket eder. 1987den beri üçüncü devresini yaşıyan Halkevleri günümüzde bir dernek olarak varlığını korumakla birlikte Atatürk çizgisine sadık seyr ediyor.

[5] Orjinali: „[…] collective identity is based on the (selective) process of memory, so that a given group recognizes itself through its recollections of a common past […] the defense of a given cultural identity easily slips into the most hackneyed nationalism or even racism […]“

[6] Atatürk’ün Bektaşi olduğu kimi Alevi kesimlerince iddia edilmektedir.

[7] Bu isyanın Kürt ulusallık bilincine dayalı olup olmadığı tartışmalı bir konudur. Bugüne kadar yapmış olduğum çalışmalarımda da belirtmiş olduğum gibi, bu tarihi olay daha çok feudal bir sisteme dayalı olan kimi „islamcı” Kürt beyliklerinin “din kardeşliği” bazında “müslüman” Cumhuriyet’in çerçevesinde de otonomi, yani ‘özerklik haklarına sahip olup olmama’ sorunsalı olmuş olduğu, daha baskın gibi duruyor.

[8] Orjinali: Manşet Cumhuriyet gazetesi Haziran 13, 1930: Cleaning started, those at Zeylân valley were completely annihilated, None of them survived, operation at Ağrı are continuing] : AĞRI DİRENİŞİ VE ZİLAN KATLİAMI: https://ercishaber.wordpress.com/page/8/ [4.8.2016]

[9] Wikipedia: Yusuf Mazhar: Cumhuriyet vom 16. Juni 1930: Almanca‘sından alıntı: „Unsere Flugzeuge bombardieren die Banditen schwer. Der Ararat […] steht in Flammen. Die eisernen Flügel der Türken beseitigen die Aufständigen. […] Die Zahl der Getöteten bei dem Zilan-Manöver ist 15.000. Die Zilan-Schlucht ist bis oben hin voll mit Leichen.“

[10] Wikipedia: Yusuf Mazhar: Cumhuriyet vom 18. August 1930: „Diese [Kurden] sind zwar talentierter als die Indianer Amerikas, aber doch blutrünstig und barbarisch…[…] Sie sind seit Jahrhunderten eine Plage für unsere Rasse.“

[11]İIllelebet Milli Cumhuriyet. Haberler Analizler dosyalar Araştırmalar Belgeler. Atatürk ve Dersim Katliamı: https://millicumhuriyet.com/ataturk/940-2/ [4.8.2016]

[12] Cumhuriyet (6. Juni 2016): Nusaybin yerle bir. Savaş manzaları ilçede, yıkılan evlerin duvarlarına Türk bayrakları asıldı: http://www.cafesiyaset.com.tr/cumhuriyet-nusaybin-deki-turk-bayragindan-rahatsiz-oldu_470070.html [5.8.2016] ve devamı: „Nusaybin temizlendi“

[13] Aktaş, Metin: Alevilik ve Kemalizm. http://www.mesop.net/osd/soft/zeitung_print.php?id=204 [12.9.2016]

[14] Saygili, Abdullah (7.1.2013): Alevilik ve Kemalizm’in Sorunlu İlişkisi. Radikal gazetesi. http://blog.radikal.com.tr/din/alevilik-ve-kemalizmin-sorunlu-iliskisi-10273 [10.8.2016]

[15] Alpay, Kenan (25.7.2013): Kemalizmin Bekasına Koşulan Alevilik ve Sosyalizm. Haksöz haber: http://www.haksozhaber.net/kemalizmin-bekasina-kosulan-alevilik-ve-sosyalizm-27230yy.htm [12.9.2016]

[16] Çıntay, Nuri: AKP, Kemalizm ve Aleviler (Deutsch: Die AKP,  der Kemalismus und die Alevit*innen). In iştirakî: http://istiraki.blogspot.co.at/2013/07/akp-kemalizm-ve-aleviler.html [12.9.2016]

[17] Fanon Marx ve Engels’in işçi sınıfı için kullandığı bu terimi, ırkçı bazda sömürülen ülke halkları için kullanmıştır.

[18] Youtube (11.9.2016): The Armenian Diaspora & The Qizilbash Alevi Phenomenon: Sarkis Hatspanian (Zeynep Arslan): https://www.youtube.com/watch?v=3M6Fx0vH__A  [22.9.2016]

 

Kaynakça

Anderson, Benedict (1999): Imagined Communities. Verso. London. New York.

Arslan, Zeynep (2016): Eine religiöse Ethnie mit Multi-Identitäten. Die europäisch-anatolischen Alevit_Innen auf dem Weg zur Systematisierung ihres Glaubenssystems. LIT Verlag. Wien.

Augê, Marc (1995): Krise der Identität oder Krise des Andersseins. Die Beziehung zum Anderen in Europa. In: zeithorizonte: Kulturen – Identitäten – Diskurse. Perspektiven europäischer Ethnologie. Akademie Verlag. Berlin.

Baumann, Gerd (1999): The Multicultural Riddle. Rethinking National, Ethnic and Religious Identities. Routledge. Newyork. London.

Berkes, Niyazi (1964): The Development of Secularism in Turkey. Montreal.

Bulmer, Martin; Solomos, John (1998): Introduction: Re-thinking Ethnic and Racial Studies. Bkz.: Ethnic and Racial Studies. Vol. 21. Nr. 5. 819-837. Routledge.

Dreßler, Markus (2002): Die alevitische Religion. Traditionslinien und Neubestimmungen. Ergon Verlag. Würzburg.

Elwert, Georg (1997): Switching of We-group Identities: the AlevitInnen as a case among many others. In: Kehl-Bodrogi, Kristzina (ed): AlevitInnen in Turkey and comparible syncretistic Religious communities in the Near East in the Past and Present. Intrernationales Symposium. Berlin 14.-17. April 1995. Leiden.

Friedmann, Jonathan (1990): Beeing in the world: Globalization and Localization. Bkz.: Mike Featherstone. ed.: Global Culture – Nationalism, Globalization and Modernity. Sage. London.

Gingrich, Andre (2002): Kulturen, Identitäten, Globalisierung: Eine vorläufige Zusammenfassung von theoretisch-methodischen Diskussionsprozessen. Positionspapier des FSP Wittgenstein 2000: Lokale Identitäten und überlokale Einflüsse. Kommission für Sozialanthropologie der Österreichischen Akademie der Wissenschaften. Wien.

Göle, Nilüfer (1996): Authoritarian Secularism and Islamist Politics. The case of Turkey. In: Norton. Ed. Civil Society in the Middle East. Vol. 2. Leiden. New York.

Hanioğlu, M. Şükrü (1995): The Young Turks ın Opposition. New York.

Smith, Anne Marie; Laclau & Mouffe (1998): The Radical Democratic Imaginary, London: Routledge.

Nışanyan, Sevan (1995): Kemalist Düşüncede ‘Türk Milleti’ Kavramı. Bkz.: Türkiye Günlüğü 33

Rumpf, Christian (1999): Zur Entwicklung der türkischen Rechtsordnung seit der Reformperiode im Osmanischen Reich. Wiesbaden.

Sarup, Madan (1998): Home and identity. In: Robertson George; Mash, Melinde; Tickner, Lisa; Bird, John; Curtis, Barry; Putnam, Tim: Travellers tales: Narratives of home and Displacement. Routlege (2. Baski). London.

Zeydanlıoğlu, W. (2007): Kemalism’s Others: The Reproduction of Orientalism in Tukey. Nicht-Veröffentlichte Dissertation. Anglia Ruskin University, Cambridge.

Zırh, Besim Can (2015): Bir Kesişim olarak Milli-Muhafazakârlığın Üç Değili: Aleviler, Ermeniler ve Kürtler. Bkz.: Çakmak, Yalçın; Gürtaş, İmran. (ed).: Kızılbaşlık, Alevilik, Bektaşilik. Tarih-Kimlik-İnanç-Ritüel. İletişim Yayınları. İstanbul.

Ähnliche Beiträge

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert

Diese Website verwendet Akismet, um Spam zu reduzieren. Erfahre mehr darüber, wie deine Kommentardaten verarbeitet werden.