Bu daha başlangıç masallara devam! – Röportaj: Mehmet Arslan, Sanıka Çêneka Pelevane
Sözlü aktarım esaslı dil ve kültürlerin masal repertuarları kapsamlı ve zengin oluyor. Zazaca masallar da böylesi bir sözel zeminden varlık buluyor. Masalların aktarımı ise dilinin yani Zazacanın yaşaması misyonunu da üstleniyor doğal olarak.
Erzincan-Tercan’dan Avusturya’ya varan yaşam mücadelesi içinde duvar ustası babası Zeynel Usta’dan dinlediği masalları, yıllar yıllar sonra ana dilinin yaşamasına katkı olsun diye yazıya dök(tür)üyor Mehmet Arslan. Dört dile çevrilerek bir kitapta toplanan masallardan ilki Sanıka Çêneka Pelevane (Pehlivan Kızın Masalı)…
Akademisyen Zeynep Arslan, babası Mehmet Arslan’la söz konusu masalın kitaplaşma serüvenini dilop için konuştu. Anlatılan, bir masala değil sadece, unutulmaya yüz tutmuş bir dile dairdir…
Şöyle başlayalım; ben biliyorum ama, bir de bu röportajı okuyacak olanlar için anlatmanı istiyorum. ‘Sanıka Çêneka Pelevane’ yani ‘Pehlivan Kızın Masalı’ dağarcığına nerden, nasıl eklemlendi?
Beş-altı yaşlarındayken rahmetli babamdan duymuştum. Çok hoşuma gitmiş olacak ki bütün ayrıntılarıyla bugüne dek aklımda kalmış. Hatırlarsın, zaman zaman sana ve kardeşlerine de anlatmışımdır. Şimdi senin de bir akademisyen olarak bu işlere ilgi duyman neticesinde artık bu sözlü aktarımı kaleme almış olduk. Masalın düzenlenerek kitap haline dönüşmesinde senin ısrarın, emeğin ve çaban çoktur. Ben sadece kaynağı sunmuş oldum. İyi de oldu. Sonuçta bu bir arşiv, bir belge oldu. İnanıyorum ki, özellikle de kız çocukları bu masalı heyecanla okuyacaktır. Özgüvenlerini geliştirebileceğini düşünüyorum. Malum, herşeyi erkeğe mal edilmiş olan bir dünyada kız çocuklarının gelişimi de daha zor oluyor. En azından hayal kurmasına katkıda bulunur. Her hayalin ötesinde de bir başarı ihtimali vardır. Masal kahramanını kendiyle özdeşleştirir, kendisini o hayale taşır, kendisine inanır…
Masalın sonunda, günümüzde dahi yoğun tartışmalara ve kutuplaşmalara sebep olan, toplumsal cinsiyet meselesi de söz konusu. Rahmetli dedemden 1960’lı yıllarda duymuşsun bu masalı. Böyle bir konunun o dönemler işlenmiş olması özellikle ilgimi çekti…
Büyüklerimizin o zaman okuma yazmaları yoktu. Deden de zanaatkâr bir adamdı. Köylere gidiyordu. Çok geziyordu. Misafir kalıyordu. Ne biriktirmişse kafasına yazmış. Masal bu, mutlu bitmesi lazım. Akışı itibariyle, orada o senin bahsettiğin konunun olması bu minvalde gerekiyor. Yani finalin mutlu bitebilmesi için öyle bir şey gerekiyor. Yani aslında bu gayet de normal. Günümüzde de cinsiyetlerin çok farklı boyutları ve versiyonları var. Senin çalıştığın alan da bununla ilgili. Şimdi benim 1960’lı yıllarda duyduğum bu masallarda bu konuların bu kadar doğal ve naif işlenmesi de günümüz için ayrıca olumlu bir referans gibi. Hayvana ve doğaya yaklaşım da aynı şekilde. Bunlar günümüz dünyasında ne kadar açıkça tartışılıyor olsa da hâlâ çok fazla yol kat edilmesi gereken noktalardır. Masallar çocukların algı dünyasını etkiliyor. Bu masalın da çocukların dünyasında ve duygusal zeka ve kişiliklerini geliştirebilmelerinde bir katkı sunmasını umuyorum. Kahraman her zaman erkek olacak değil. İki tane kızım var benim de ve bir de oğlum. Kızlarımı ayrı tutamam. Aksine böylesi bir dünyada onlara daha çok güç vermem lazım.
Masalın Zazaca olması senin için nasıl bir anlam içeriyor?
Masalın özü zaten Zazaca ve otantik haliyle anlattım. Ben böyle duydum. Bu işin en çok mutluluk ve anlam veren tarafı da bu oldu. Köylerde işlerin az olduğu dönemlerde büyüklerimiz hikâyeler anlatırdı. Yemekten sonra mesela istenirdi, masalı, hikâyeyi anlatan kişiye ısrar edilirdi. Masalcı da biraz naz ettikten sonra anlatırdı. İnsanlar can kulağıyla dinlerdi. Ama o kadar uzun sürüyordu ki masal ve hikâyeler kimi uyukluyordu. Masalcı başlamadan önce mutlaka bir bardak su isterdi. Uyuklayanların yüzüne su serperdi. O bardaktaki suyu bir tehdit olarak tutardı yanında yani. Güzel zamanlardı. Bu masal da onlardan biri. Benim aklımda ancak birkaç tanesi kalmış ama tüm detaylarıyla hatırlıyorum. Masallar çok uzundu. Kimi zaman saatler sürüyordu. Kimi zaman aralara maniler katıyorlardı. O zamanlar maalesef aklımız eremedi, yazıya dökemedik. Bugün hafızamda ne kaldıysa onları yazıya döküyoruz. Gelecek nesile yazı diliyle aktarılmadıktan sonra unutuluyor. Eski zamanlarda insanlar bir araya geliyor, anlatılıyordu. Bu gelenek yok artık. O zamanlar kimin aklına gelirdi ki yazıya dökmek…
Ana dilin Zazacayı kendi hayatında nereye koyuyorsun? Bu dilin durumunu son haliyle nasıl değerlendiriyorsun?
Zazaca dili benim kimliğim, olmazsa olmazımdır. Rüyalarımı hâlâ Zazaca görüyorum. Çok kullanmasam da unutmuş değilim. Birinin bu dili konuşması, bir yerde Zazaca konuşan birinin karşıma çıkması bana çok heyecan veriyor. Maalesef geliştirilemedi, unutuldu, yazı diline evrilemedi. Bugün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Yoksul ve sahipsiz bir toplumun dili bu. Yalnız bizim sanatçılarımızın emeği çok büyük. Onların katkısıyla yeni nesiller ilgi duymaya başladı. Yine birçok insan da toplumsal sorumluk çerçevesinde elinden geldiğince katkıda bulunmaya çalışıyor. Benim bu yaptığım da böyle bir şeydir. Ne acıdır ki bu dili çoğu insanlar gibi ben de size, yani çocuklarıma aktaramadım. Sanki değersizmiş, gereksizmiş gibi buna gerek duymadık. Bir de baskılar ve asimilasyon, inkâr ve yok sayılmalar sonucunda başka dillere öncelik verildi, unutuldu. Yine de bu son yıllarda bir çaba var, bu umut verici. Ben yine de burada bir noktanın bir kez daha altını çizmek istiyorum. Evet, bu çabalar bir yandan devam ederken, belli başlı bir kurum yok. Çok farklı kulvarlarda bir sürü farklı çaba… Büyük bir kesim de hâlâ halk dilinde ve bilincinde gelenekselleşmiş üzere dilimize “zonê ma” diyor. Bunun bilimsel niteliğini sen daha iyi bilirsin kızım, çok da tartıştık bu konuyu. Fakat her dilin olduğu gibi bizim dilimizin de bir adı vardır. Dilimizin adı şimdi “Zazaca” diye kabul gördü. Bizim bölgemizde konuştuğumuz haline biz “Kırmancki” diyoruz. Yani dilimizle dünya sahnesine çıkınca “bizim dil” yani “zonê ma” demek garip değil mi?
Masal tek bir kitapta Zazaca, Almanca, Türkçe ve İngilizce olmak üzere dört dilli yayınlandı. Bunun sebebini açıklar mısın?
Dünyanın dört bir yanında Zazaca konuşan ailelerin çocukları yetişiyor. Burada ilk etapta özellikle ebeveynler çocuklarına yönlendirme yapar diye düşünüyorum. Sonra çocuklar bir de eğitim aldıkları dillerde masalı okuma ve anlama şansına erişmiş olacaktır. Dünya literatüründe de ilgi duyanlar için bir kaynak olur bu. Bizim masallarımız, hikâyelerimiz de bu şekilde yazı dünyasına kazandırılmış olur. Şimdi herkes elinden geldiğince, karınca kararınca bir şeyler katmak istiyor, tamamen yok olmasın, yitip gitmesin diye. Benim elimden de bu geldi.
Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsun, planların neler?
Ben emekli oldum. Bizler okuma yazma deneyimi çok olan insanlar değiliz. Eğer sen de bıkmazsan, hafızamda kalmış masal ve hikâyeleri elimden geldiğince aktarmaya devam edeceğim. Beraberce bunları toplum mirasına katmayı, birlikte yaşadığımız toplumlara varlığımız ile ilgili bilgi ve kaynaklar sunabilmeyi isterim. Bu masal bir başlangıç oldu. Yıllarca size anlattığım masalları şimdi torunlarıma ve tüm çocuklarımıza miras bırakmak, benim için onur ve mutluluk olacaktır. Dilimize sahip çıkalım, unutmayalım. Herşey para ve maddiyat değildir yaşamda. Zazaca, bir İngilizce gibi kimseyi kariyer sahibi yapmaz belki ama ruhu besler, özbenliğini güçlendirir. Bunlar da önemlidir. Bir insan nereden geldiğini bilmelidir en azından. Bu benim için çok önemliydi. Dili aktarma konusunda, yaşam mücadelesi uğruna, eksik kaldım belki ama geldiğimiz yerleri aktarmak konusunda elimden geldiğince uğraştım. Ki biz hem işçiyiz hem göçmeniz. Senin de dilimizle bu kadar ilgili olmanda herhalde bu çabalarımın da bir katkısı olmuştur diye düşünüyorum. Ben biliyorum ki seninle beraber başka insanların da bu çorbada tuzu var. Masala katkıda bulunan her bir canın, dostun emeklerine sağlık. Onlara da çok teşekkür ederim.
zeynemarslan, 28.03.2022
Bu röportaj dilop dergisinin Mart/Nisan 2022’de çıkan 5. sayısının 55-57 sayfalarında yayınlanmıştır. Emeği geçenlere sonsuz teşekkürler.