Zaza kimliği ve ulusallaşma fikrine dair deneme yazısı…
Çoğulcu ve öz-iradeli demokratik ortam hiçbir kimliğin bir diğerinden üstün veya aşağıda olduğu fikrine yer vermediği gibi, bir kimliğin var olabilmesi adına bir başka kimliğin yok olmasına veya edilmesine gerek olmadığını sağlayabilecek bir ortamdır. Tarih sahnesinde her zaman çoklu kimlikler gerçeği, tekçi kimlikler ise yapay ve farklı biçimlerde dayatılmış, empoze edilmiş olanını yansıtmışlardır.
Bu yazımda, Zazaca diline mensup olanlar ve özellikle Kızılbaş Zaza Alevileri ile ilgili kimlik ve aidiyet temasını tartışmak istiyorum.
Tıpkı Alevi kimliğinde veya kimliklerinde olduğu gibi Zaza kimliği de Avrupa diasporasında bir uyanışı yaşamıştır. Yazımın başında şunu belirtmeliyim ki, Zaza kimliği oldukça tartışmalı ve herşeyden önce yeni bir alandır. Bu konu tartışma ekseninde fikirlerin bir haylı farklı uçlara aktığı gibi, akademik bağlamda araştırmaların henüz gayet cılız noktalarda ancak gelişmekte olduğunu ve bundan ötürü daha çok siyasi tercihlere göre şekillendiğinin de altını çizmek isterim.
Sosyal Antropolog Krisztina Kehl-Bodrogi, Kürt Ulusal Mücadele yıllarının başlarında PKK (Partiya Karkerên Kurdistanê) sıralarında Türkçenin ağırlıklı olarak konuşulduğunu ve Avrupa diaspora ortamının Kürt örgütsel çalışmalarına daha çok olanak sağladığı gibi, Kürtçenin de daha çok geliştirilmesine zemin olduğunu ifade ediyor (Kehl-Bodrogi 1998: 120).
Giriş
Avrupa diasporası Türkiye’nin farklı bölgelerinden göç etmiş olan insanların bir araya gelmelerini ve birbiriyle temasa geçmelerini sağlamıştır. Bununla birlikte burada rahatça konuşulan Kürtçe de giderek Zazaların kendi dilleri ile ilgili farklılığı idrak etmelerine sebep olmuştur (ayn.). 1980lerde İsveç’te yaşamakta olan Ebubekir Pamukçu ise Zazacanın ayrı bir dil ve Zazaların ayrı bir etnisite olduğunu iddia ederek ‘Zazaistan’ terimini ilk kullananlardan olmuştur (Pamukçu 1992: 3-4). Burada önemli bir ayrıntıya değinmek lazım; Zazaca diline mensup olan toplumun aidiyet ve kimlik meselesi dil çalışmaları, yani Zazacanın Kurmancî’den farklı olduğu tartışmaları üzerinden yürümüş ve etnik farklılık konusu buradan hareketle politize edilmek istenegelmiştir. 19. yüzyılın sonlarına dayanan bir takım yorum ve alan çalışmaları, Ludwig Paul ve Mesut Keskin gibi dilbilim alanında çalışan akademisyenler tarafından son yıllarda defalarca aktarılmıştır. Bu yazıda bunu tekrar etmek istememekle birlikte Zazaca ile ilgili, Zazacanın bir lehçe ve bu anlamda bir Kürt dili (Peter Lerch: 1856-57, Friedrich Müller: 1864, Albert van Le Coq: 1901-03) veya Kürtçeden ayrı bir İrani dil (Oskar Mann/Karl Hadank: 1932, T.L. Todd : 1985, Jost Gippert: 1996, Ludwig Paul: 1998, Zülfü Selcan: 1998, Agnes Korn: 2005, Mesut Keskin: 2011) olduğu fikirlerine kadar farklı yorumların mevcut olduğunu ve tartışmaları etkilediğini belirtmekte yarar var. Bu anlamda Luwig Paul (2015) ve Heiner Eichner (2010) gibi dilbilimciler Kürtçenin ve Zazacanın akraba diller olduklarını ifade ederler, ki bu günümüzde kimi dilbilimcilerince kabul gören son noktadır. Bu anlamda dil-lehçe konusuyla ilgili tartışmaların politik bir zemininin olduğunun bilincinde olarak, dilbilimci Jaffer Sheyholislami “Kürtçe’nin lehçelerinden” değil, ancak “Kürt dillerinden” (Kurdish varieties) bahsetmenin makul olabileceğini çalışmalarında belirtiyor (Sheyholislami 2017).
Milliyetçilik ve Ulus devletleşme
Salt dil üzerinden bir etnik aidiyet tanımlaması yapmak göçlerin, mobilitenin gelişen teknoloji ile yeniden artmış ve hızlanmış olması durumu ve dillerin iletişim aracı olarak, egemen dillerin lehine değişkenlik gösterdiği gerçeği karşısında eksik kalmaktadır. Ancak ulus devlet oluşum süreçleri ve gerekçeleri ile ilgili Benedict Anderson (1983) ve Eric Hobsbawm (1990) gibi teorisyenler, dilin ulus devlet oluşumlarında önemli bir motor gücüne sahip olduğunu ifade ederler. Bu konuda bir başka teorisyen, Ernest Gellner (1983) 18. ve 19. yüzyıl Avrupasında gelişen endüstrileşme özellikle toplumun yeni iş bölünmelerinin sonucunda, sınıflaşmasının ve gelişen sınıf bilinci doğrultusunda ayrışmaların ve birleşmelerin yoğunca yaşanıldığı dönemlerde, kültür, dil ve din bazında ‘biz(ler)’ ve ‘o(nlar)’ farkındalığının da gelişmiş olduğunu ifade eder (Gellner 1983: 24). Örneğin, çalışmak için merkezlere göç edenler kendi kültür, dil ve dinlerinden olanlar ile yakın olmuş ve guruplaşmışlardır. Gelişen kapitalizmin beslediği ayrıştırma ve kutuplaştırma akabinde sosyo-ekonomik kaygılar bazında, ırkçı eylim ve pratikleride beraberinde getirmiştir (Anderson 1983: 47-67; Hobsbawm 1990: 128).
Anderson, Fransız Devrimi ve Aydınlanma’nın ve daha bir çok farklı faktörün buluşması sonucunda [“spontaneous distillation of a complex ‘crossing’ of discrete historical factors” (Anderson 1983: 4)] ulusal toplulukların konstrükte edildiğini, tasarlanıldığını açıklıyor (Anderson 1983: 11). Yeni keşifler ise Avrupa’nın dünyada yegâne güç olmadığını ve farklı kültür ve medeniyetlerin var olduğunu da öğrenmek, toplumların gücü Tanrı’dan aldıklarını yüzyıllarca iddia eden kraliyet ve imparatorluklar’a karşı ayaklanmalarını ve böylelikle ulusal devletlerin oluşumunu etkileyen etkenlerden olmuştur (ayn. 70). Nitekim egemenler değişen ve gelişen zamanın getirdiği farklılıklar ve farkındalıklar ile birlikte, iktidarlarını giderek kabul etmeyen toplumların üzerinde etkilerini sürdürebilmek ve gücü ellerinde tutabilmek adına, farklı araç ve yöntemlere başvurmak zorunda kalmışlardır (Anderson 1983: 48, 86, 150). İngiltere Krallığı’nın “Commonwealth of Nations” projesi bu çerçevede görülmelidir.
Saydığım bu teorisyenler özellikle matbaanın doğuşunun ve böylelikle (ortak) bilginin daha fazla insana yayılmasının önemine dikkat çekiyorlar. Pazarı büyütmek adına okur yazarlığın artmasının sağlanması ise dönemin kapitalistleri tarafından desteklenmiştir (Print Capitalism). Okuma yazmanın artık yalnız ‘soylu kesimlere’ mahsus bir lütuf olmadığı fikrinin arttığı bu dönemlerde, büyük toplum kesimleri okur yazar olmanın ne denli önemli bir iletişim ve sınıf atlama (örn. devletleşme sürecinde memurluk kadrolarının geliştirilmesi) aracı olduğunun fark etmelerinin yanısıra, herkesin ortak ve, gazete okuma örneğinde olduğu gibi, herkesin aynı zamanda uyguladığı bir an olarak, ortak bellek nezdinde ‘bizlik’ duygusunu güçlendirdiğini anlamamız gereklidir. Medya araçlarının 300 yıl önce günümüzdeki çeşitlilikten yoksun olduğunu düşünerek, yüzbinlerin aynı ulusal gazeteyi okuduğunu anlayarak, Anderson ‘imagined community’, yani yapay, hayal edilmiş ve konstrükte edilmiş oluşturulmuş ‘bizlik’ duygu ve algısı ve de buradan geliş(tiril)en tekçi ulusal devlet ve ulusları kast etmektedir. İdeolojide tekleştirme ve ulusal bilincin aşılanması özellikle eğitim sistemi vasıtasıyla da bu konsept dahilindedir.
Bu ulusal(laşma) devletleşme süreci küresel batı dünyasında, farklı kesim, gurup ve akımların karşılıklı etkileşimleriyle birlikte, 200 yıl gibi bir süreci alırken, Osmanlı son evresi ve Türkiye Cumhuriyeti kuruluşu esasında ulusallaşma süreci sadece bir kaç on yıl gibi bir süreyi kapsamaktadır.[i] Okuma yazma oranı yalnızca Arapça yazıdan Latin alfabesine geçişten ötürü bir düşüklük göstermemekle birlikte, Cumhuriyet’in ilk istatistik verileri (1927 Devlet İstatistik verileri) 13,6 milyon nüfusun %80’nin kırsalda yaşadığını gösteriyor. Sosyologlar, Günther Seufert ve Christopher Kubaseck ise bu kesimin %90’nın okuma yazmasının olmadığını belirtiyor (Seufert/Kubaseck 2004: 87). Bu verinin Latin alfabesine hakimiyet konusuna ilişkin olduğunu düşünerek, yine de okuma yazma oranının Cumhuriyet’in kuruluşunda oldukça düşük olduğunu, özellikle kadınların bundan muaf olduklarını tahmin etmek mümkün. Buradan itibaren Batı’da ulusallaşmanın aldığı 200 yılın aksine, oryantalist bir diskurs ile, tepeden inme ve tekçi bir zihniyette Türk(çe)leştirme ve Sunnileştirme siyaseti izlenilmiştir.
Toplumu Türk olmayan unsurlardan arındırma adına uygulanılan ‘temizlik operasyonları’ bünyesinde Şark İslahat Planı (1925), Yatılı İlköğretim Bölge Okulları (1932), Köy Enstitüleri (1938), Türk Tarih Kurumu (1931), Türk Dil Kurumu (1932), İskân Kanunu (1934), vs. devlet tarafından stratejik ve kurumsal bazda hayata geçirilmiştir. Ernest Gellner, halkların içiçe geçmiş komşu ve akraba olmuş bölgelerde ulusallaşma süreçleri tekleştirme adına, imha etmek ve asimile etmek yoluyla uygulanılmıştır, der (Gellner 1983: 2). Hobsbawm, tamamıyla tek etnisite ve tek dil üzerine düşünülmüş ulus devletlerin inşa edilmesi adına, zorunlu göç ve azınıkları imha etme operasyonları kaçınılmaz sonuçlardı, der (Hobsbawm 1990: 157). Günümüz dünyasında da ulus devletler egemenliklerini korumaya devam ediyorlar ve Avrupa modeli ulus devlet ideolojileri dünyayı etkilemek konusunda hâlâ hâkimdir. Buradan hareketle Kehl-Bodrogi bu modelin önce Türkiye milliyetçileri, daha sonra Kürt milliyetçileri, şimdilerde ise Zaza milliyetçileri tarafından kabul edilmiş olduğunu ve siyasi alanda etkinliğini sürdürmeye devam ettiğini ifade ediyor (Kehl-Bodrogi 1998: 123).
Matbaanın 200 yıl geç geldiği Osmanlıya, Türkçe (ve İstanbul’da sınırlı kalan Rumca ve Ermenice okullar) hariç diğer tüm etnik dillerin yasaklanıldığı Cumhuriyet dönemi takip etti. Kürt ve Zaza Sünni kesimin medreseler vasıtalarıyla Arap dilinin hegemonyasında cılız da olsa bazı yazılı kaynaklara sahip olmalarına karşın (Zaza) Alevi kesiminin tamamıyla sözlü bir geleneğe sahip olduğunu tekrar etmekte yarar var. Örneğin ilk Zazaca yazılı eser Mela Ehmedê Xasi tarafından 1898 yılında ‘Mewlıdê Nebi’ yani Peygamber Muhammed’in doğumu ile ilgili yazılmıştır.
Avrupa diasporasında geliştirilen Zazaca
Tarihçi Hans Lukas Kieser çalışmalarında Avrupa’ya büyük oranda Doğu Alevilerinin göç etmiş olduğunu ifade eder (Kieser 2001). Avrupa diasporasına Alevi örgütlenmelerinin organize olduğunu görmekle birlikte, Zazaca dil çalışmalarının da burada hayat bulduğunu ve yazı dilinin burda yayınlanan dergilerde geliştirildiğini görüyoruz. Öncelerde Kurmancî ağrlıklı olan ve yine Avrupa’da baskıya giren yazılı yayın organlarında kısmen Zazacaya da yer verilmişse de, “Ayre”, “Piya”, “Ware”, “Tija Sodıri”, “Kormışkan”, “ZazaPress”, “Raya Zazaistani”, “Vengê Zazaistani”, “Zazaki”, “Zerq”, “Pir”, “Raştiye”, “Desmala Sure”, “Waxt”, “Çıme”, “Miraz”, “Ma”, “Zazana” ve “Wısar” gibi bazılarının sadece Zazaca veya iki-üç dilli yayınlanan dergiler de 1980 sonlarından itibaren Avrupa’da baskıya verilmişlerdir (Kurij 2011). Dil bölgelere göre telaffuz konusunda farklılık göstermekle birlikte, Güney Zazacası konuşulan bölgede telaffuz konusunda daha çok Kurmancî, Arapça ve Türkçe dil kullanımı etkisini taşırken, Kuzey’de daha çok yüz yıl öncesine kadar Ermenicenin ve Türkçenin hakimiyeti gözlemlenmektedir. Zaza Dili’ni sahiplenme uyanışına ön ayak olan etkenin ise Zazaca müzik yapan, diasporada yaşayan Dersimli sanatçıların olduğunu ve yine burada Kızılbaş-Alevi Zaza kesiminin ve kültürünün ağırlıklı olarak işlenildiğinin altını çizmek doğru olur. Yine burada Güney Zazalarına karşın Kuzey Zazalarının hem Alevi hem Zaza olan kimliklerinden ötürü çoklu (multiple) ötekileştirici ve ‘değillieyici’ baskılara maruz kalmaları durumundan, bu gurubun üstelik daha fazla göçe ve sürgüne tabi tutulmuş olmalarını da gözeterek, Zazaca dilini muhafaza etme konusundan daha yoksun kalmış olduğunu anlayabilmek mümkündür.
Dil konusundaki tartışmalar kısmen ne kadar yoğun ama ayrışmalıysa, din konusundaki farklılıklar bir o kadar açık ve barizdir. Hobsbawm din faktörünün uluslaşma sürecinde önemli bir rol oynadığını ifade ediyor. Bu anlamda Eski Yugoslavya devletlerini ortak ve tek ulus haline getirme amacıyla Sırpo-Hırvatça (Serbo-Croatian) adında ortak bir dil geliştirilmiştir. Ne var ki dinî bazda farklılıklar hakimiyetini daima korumaya devam etti ki 1990ların Balkan savaşı esnasında toplum din bazında ayrış(tırıld)tı ve sonuç itibariyle parçalanma neticesinde coğrafi sınırlar yine din endeksli çizildi (Hobsbawm 1990: 85). En nihayetinde, aslında aynı dili kullanmakla birlikte ayrışımı belirgin kılmak adına Hırvatlar ve Bosnalılar Latin alfabesini kullanmayı tercih ederken, Sırplar Kiril alfabesini kullanmayı yeğlediler. Bugün Hırvatlar dillerine Hırvatça derlerken, aynı dile Sırplar Sırpça, Bosnalılar da Boşnakça diyor. Farklı din topluluklarının yaşadığı Arnavutluk örneğinde ise, dini bazda bir ulusallaşmanın ayrıştırmayı getirceğini düşünerek ortak dil bazında bir ulusallaşma sürecini geliştirmek daha mümkün ve mantıklı gelmiştir (Hobsbawm 1990: 67). Aynı şekilde, daha fazla ayrışmayı önlemek adına, Zazaca yayın organlarıda konuşanların kendi lehçelerinde yazmalarına daha esnek davranmıştır. Buna paralel olarak dili standartlaştırma girişimleri devam etmektedir.
İnancın Etkisi – Alevilik vs. Sünnilik
Ayrışma sorunsalından hareketle Zazaca konuşulan bölgeye baktığımızda, yerlilerin özellikle kendilerini Sünni (Türk, Kürt ve Zaza) çevre köylerinden ve genel olarak Sünni inancına mensup olan kesimlerden ayrı tanımlamak adına, kendilerine farklı isimler vermiş olduklarını anlıyoruz. Eski Kuzey Dersim bölgesindeki yaşlılar inanç endeksli olan kimliklerine Kırmanc (inancı Alevi, dili Zazaca) ve dillerine ise Kırmancki derler. Koçgiri-Karabel (ve de Kars-Selim ve Ardahan-Göle) tarafında Kürt komşularına karşın kendilerine Zaza diyen Aleviler, Adaklı, Karlıova, Tekman, Hınıs ve Varto tarafında ise Şarê Ma diyerek, yine dini farklılığını tanımlamak için ‘bizim insanımız’ ifadesini kullanırlar. Yüzyıllardan beri Sünni ortodoks egemenliği altında yaşamanın getirdiği bu durum, kendi içlerinde ve de dışarıdan da kendilerine karşı bir parola niteliği taşımaktadır. Bu anlamda Kurmancî konuşan Alevi inancına mensup olanlara da İç-Dersim ve Karabel bölgesinde Kırdaşi ~ Kırdasi der yaşlı bölge insanı. Sünni Kürtlere ise Khurr, Hınıs-Varto bölgesinde ise Khurmanc ~ Khırmanc tanımı kullanılıyor daha çok eski bölge insanlarınca. Genelde bölgede yaşayan ve yaşamış olan Alevilerin tüm Sünni inancına mensup olan insanlara ‘Tırk’, Varto-Hınıs bölgesinde de ‘Khurmanc ~ Khırmanc’ dediği bilinir.
Zazaca konuşan toplumun arasındaki Sünni ve Alevi inancı bazındaki uçuruma Kehl-Bodrogi, Kürtlerle olan tarihi ve coğrafi münasebetlerden ve aynı şekilde Sünni ve Alevilikten gelen farklılıklardan ötürü, Zaza milliyetçiliğinin ayrı ve kendine öz ulusal sembollerini geliştirmesi oldukça güç olmuş olduğuna işaret ederken, bu iki grubun dinden salt etnik ulusallaşma bazında ortak paydada buluşma olanaklarının zayıf kaldığını ifade ediyor (Kehl-Bodrogi 1998: 126). ‘Desmala Sure’ dergisi kurucusu Seyfi Cengiz ‘Kuzey Zazaları ve Güney Zazaları aynı dili konuşuyorlar ve aynı kökenden geliyorlar, ancak Sünni ve Alevilikte yaşadıkları farklılık, iki farklı tarih ve iki farklı halkı doğurmuştur: ‘Kırmanclar ve Zazalar’ diye açıklıyor durumu (Cengiz 1991: 1). Burada anlaşılabileceği üzere, etkin olan farklılık Sünni-Alevilik bazındaki farklılık olduğu gibi, aidiyet konusu da din üzerinde şekillenmektedir.
Avrupa diasporasında Zaza Alevileri büyük oranda Alevi dernekleri bünyesinde etkindirler. Yine Aralık 2016 yılına kadar yayın yapan Zazaca TV kanallarında, ortak dil üzerinden bir farkındalık oluşmaya başlamışşa da, programlarda daha çok Kızılbaş-Alevi Zaza kültürü işlenilmekteydi. Türkiye siyasi konjüktürüne bakıldığında ise koşullara göre geçişlerin yaşanılması ile birlikte, toplum geneli ‘Sünni-Milliyetçi-Muhafazakâr’ ve ‘Kemalist-Milliyetçi-Çağdaş’ – ki bu ikinci kesime Alevi toplumunun, Türk, Kürt, Zaza, Arap fark etmeksizin büyük bir kesimi katılmaktadır, kutuplaşmış durumdadır (daha doğrusu var olan kutuplar siyaset arenasında karşıkarşıya gelmiş durumdadır). Bu anlamda Alevi-Sünni ayrışması bir bakıma da (kabaca bakıldığında) genel dünya görüşü ve yaşam tarzı ile ilintilidir.
Zaza Milliyetçiliği ve Ulus Devlet/Ulusallaşma olasılığı
Eric Hobsbawm, Benedict Anderson ve Ernest Gellner’in araştırmalarını incelediğimiz zaman, Zazaların proto-ulusal yapıya sahip olduğunu tespit edebiliriz. Coğrafi olarak oldukça kompakt bir yapıya sahip olduğu mevcut Zazaca dil haritalarında görülmektedir. Siyasi bir iradeye sahip olamama ve dünya ekonomik konjüktüründe karşılığı bulunmamasından ötürü cılız da olsa, dili yazıya dökme çalışmaları ve bununla birlikte bir Zaza(ca) bilincinin oluşması ise diasporada oluştu. İnanç bakımından ise özellikle Kızılbaş-Alevi Zazaları farklı bir inanç ekzenli etnisite oluşturmaktadırlar, ki toplum genelinin ağırlık noktası Zaza ulusal kimliğinden çok bu noktadadır. Buna ek olarak, Hobsbawm’ın da ifadelerine göre her proto-milliyetçilik bir ulus-devlet evresine erişemez.
21.yy’da ulus devletleşme konuları dünya siyasi konjünktür ve jeostratejik denklemler gereği de olsa, ulus devlet modeli Kürt Ulusal Mücadelesi fraksiyonları tarafından da sorgulanmak ve tartışılmak üzere masaya yatırılmış bulunmaktadır. Burada Kommünitarist düşünce akımı mensubu Charles Taylor saygıdan öte, varlığın tanınmasının ve varlığın kabul görmesinin temel bir insani ihtiyacın olduğunu, insan varlığının farkındalık geliştirebilmesi adına karşılıklı ve etkileşimli diyaloğun insan (-ı kâmil) olmanın temel karakteristik bir özelliği olduğunu (“dialogischer Charakter des menschlichen Lebens”; Taylor 1995: 41) ifade ediyor. İnsanın insanda kendini tanıdığını ve fark ettiğini anlayarak (sozialer İnteraktionismus; George H. Mead 1967), toplumların da bu anlamda saygınlık görmek isteme arzusunun doğal bir sonuç olduğunu belirtmekte yarar var. Özellikle dilin, insanın kendini ifade etmesini sağladığı temel bir araç olduğu düşünüldüğünde, bu dilin reddedilmesi, inkâr edilmesi, yok sayılması, yönlendirilmeye çalışılması veya alt kategorilere yerleştirilmesi en nihayetinde benlikte bir çatışma yaratmaktadır. ‘Eğer bir toplumu yok etmek istiyorsan, önce onun dilini yok etmelisin’ bilindik bir Konfüçyüs sözüdür. Zazacayı – mensupları tarafından konuşulsun veya konuşulmasın – ısrarla bir lehçe olarak kategorize etmek algıda Türkçenin yerine yeni bir egemen dili, yani Kürtçeyi koymak anlamına geliyor. Kendisini kısa süre önce ifade etmeye başlamış ve diasporada fark etmiş bir toplumun kimlik arayışına yönlendirici biçimde müdahil olmak, on yıllardır Türkçülük bazında ve yüzyıllarca Sünnicilik bazında ötekileştirilmişlere ve ‘değillenmişlere’ uygulanılanları hatırlatıyor.
Sonuç
Zaza milliyetçiliği konusunda bir endişenin ve Zazaca veya Zazalar ile ilgili çalışmalara karşı bir ön yargının olduğu, entelijensiya ve siyasi arenada genelde karşılıklı olarak hâkim olan tutumdur ve bir anlamda doğaldır. Bu noktada bir ayrıntıyı paylaşmak gerek; dilbilimci Jaffer Sheyholislami Hewrami ve Badini dillerinin Kürdistan Bölgesel Yönetimindeki (KBY) durumlarını tarihi, sosyolojik, politik vs. açılardan karşılaştırmalı olarak tartışırken, Hewrami konuşanlarının (Goranilerin) anadil eğtimini içeren hak talepleri[ii] için, KBY’ni şu konuda mutlaka ikna etme durumunda hissettiklerini açıklıyor: ‘Biz Kürdistan’ı tanıyoruz ve herhangi bir bölücü amacımız yoktur’ (bkz. Sheyholislami 2017). Bu durum aynı şekilde Türkiye devletinde insanların demokratik hak taleplerini içeren cümlelerine mutlaka: ‘Vatan bölünmez; tek bayrak, tek millet, tek dil, tek din’ tutumunu sergileyerek başlamalarına benziyor. Sünni egemen Kürt ulusal(cı) çatısı altında düşünüldüğünde, özellikle Kızılbaş Alevi Zazaların önemli bir kesimi, geçmişte kimi Sünni Kürt kesimlerince gördükleri şiddetten ötürü kendini Kürt saymayan kimi Êzidî grupların sosyo-politik konumunda görülebilir. Bu noktadan hareketle, genel itibariyle olası bir Kürdistanda, yada Zazaistanda veya Büyük Ermenistanda, mevcut koşullarda yeni kimlik çatışmalarının zemininin hazır olduğunu fark etmek mümkündür. Bölge tamamı itibariyle öz-demokrasi kültürünü ve öz-aydınlanma sürecini geliştir(e)memişlikten kaynaklı daima kimlik çatışmalarına ve krizlerine gebedir.
Yüzyıllar boyunca Sünnileştirmeyi dayatan (ihtida), daha sonra Türk(çe)leştirmeyi dayatan yönetimlerin bölge halklarına bıraktığı miras demokrasi kültüründen yoksun, her anlamda tekçi ve ‘benim gibi değilsen benden değilsin ve ama yok olmalısın’ mantığı bazında kimlikler sorunu oldu. Welat Zeydanlıoğlu ‘Kemalist Oryantalizm’i ele aldığı makalesinde Türkiye’nin Batı’dan öğrendiği sömürgeci sistemini ulus devlet yaratmak adına stratejik olarak kendi bünyesinde kullandığını anlatıyor (Zeydanlıoğlu 2007). Post-kolonial araştırmalarınca bu doğrultuda, bir toplumu kendi kimliğinden soğutma, toplumun kendi kimliğini küçümsemesi, medenileşme ve kabul görme adına, bizim örneğimizde, Türkleştirmek mantığı izlenilmiştir. Bunu fark eden toplum bu durumu şiddetle eleştirirken, çoğu zaman bir zamanlar kendisine uygulanılanı bir başkasının üzerinde deneyimlemek durumundan kendini alıkoyamamaktadır. Burada Kehl-Bodrogi’nin de altını çizmiş olduğu Avrupa milliyetçilik modelini Türk, Kürt ve Zaza milliyetçilerinin benzer biçimlerde adapte ettiklerini, anlaşılırlık adına tekrar etmekte fayda var. Nitekim kendini Kürt olarak ifade eden Zazaların (ve kendini Türk veya Türk ulusunun bir parçası olarak ifade eden Kürtlerin ve Zazaların da) olduğu gibi, tüm bu aidiyetlere yenilerini katan ve yetişen, bazen en yaşlı nesilleri de referans gösteren, yeni nesiller var; göçmenliğin oluşturduğu ve etkilediği kimlik ve aidiyet tanımlamaları da mevcut ve gelişmektedir.
Bibliografya
Arslan, Zeynep. Prof. Eichner: Zazaki ile Kürtçe akraba ama iki ayrı dildir! (English: Prof. Eichner: Zazaki and Kurdish are languages in relative to eachother but they two different languages). In: Hallac.org. Okt. 2014. Nr. 5. Retrieved from: http://hallac.org/index.php?id=8&tx_ttnews%5Btt_ news%5D=328&cHash=881cd9ba41e2ff2bd79a7e14e650c578&PHPSESSID=e0d0ac669fda7269eaa025a1d878ab9f (last accessed 04.04.2017)
Arslan, Zeynep. Interview mit dem Iranisten Dr. Ludwig Paul über die Zaza-Sprache. (English: Interview with the Iranologist Dr. Ludwig Paul about the Zaza Language). In: Zazaki.de. Retrieved from: http://www.zazaki.de/deutsch/Interviews/interview-Paul-Arslan.htm (last accessed 04.04.2017)
Anderson, Benedict. 1999. Imagined Communities. Verso. London.
Andrew, Peter Alford (Hg.). 1989. Ethnic Groups in the Republic of Turkey. Cemoti. Wiesbaden.
Gellner, Ernest (1983): Nations and Nationalism. New York. Cornell University Press.
Gippert, Jost. 1996. Die historische Entwicklung der Zaza-Sprache. Ware. Pêseroka Zon u Kulturê Ma: Dımıli-Kırmanc-Zaza Issue 10: 148-154. Turkish version: Zazacanın tarihsel gelişimi. In: Ware. Pêseroka Zon u Kulturê Ma – Zaza Dili ve Kültürü Dergisi Issue 13: 106-113.
Hadank, Karl/Mann, Oskar. 1932. Die Mundarten der Zâzâ, hauptsächlich aus Siverek und Kor. Leipzig.
Hobsbawm, Eric J. 1990. Nationen und Nationalismus. Mythos und Realität seit 1780. Frankfurt: Campus.
Kehl-Bodrogi, Krisztina. 1998. „Wir sind ein Volk!“ Identitätspolitiken unter den Zaza (Türkei) in der europäischen Diaspora. In: Sociologus. Vol. 48, No. 2 (1998), p. 111-135. Duncker & Humblot.
Keskin, Mesut: Zazaca Üzerine Notlar, In: Sükrü Aslan (ed). 2011. Herkesin bildiği sır. İstanbul: İletişim.
Keskin, Mesut: Aufsatz „Zazaki“. In: Zazaki.de. Retrieved from: http://www.zazaki.de/deutsch/auf saezte/Keskin-Zazaki.pdf (last accessed 31.10.2016).
Kieser, Hans Lukas. 2001. Muslim Heterodoxy and Protestant Utopia. The Interactions between Alevis and Missionaries in Ottoman Anatolia. In: WI 41. Nr. 1.
Mead, George Herbert. 1967. Mind, Self & Society from the Standpoint of a Social Behaviorist. University of Chicago Press. London.
Paul, Ludwig. 1998. The Position of Zazaki among West Iranian Languages. In: Sims-Williams, N. (ed.) Old and Middle Iranian Studies Part I: 163-176. Proceedings of the 3rd European Conference of Iranian Studies (held in Cambridge, 11th to 15th September 1995). Wiesbaden.
Selcan, Zülfü. 1998. Die Entwicklung der Zaza-Sprache. Ware. Pêseroka Zon u Kulturê Ma: Dımıli-Kırmanc-Zaza. Issue 12: 152-163. Baiersbronn.
Seufert, Günther; Kubaseck, Christopher (2004): Die Türkei. Politik, Geschichte, Kultur. München. C.H.Beck.
Sheyholislami, Jaffer (2017): Language Status and Party Politics in Kurdistan-Iraq: The case of Badini and Hawrami Varieties. In: Zeynep Arslan (ed.): Zazaki – yesterday, today and tomorrow. Survival and standardization of a threatened language. GLM. Graz.
Taylor, Charles (1995): Das Unbehagen an der Moderne. Suhrkamp. Frankfurt.
Todd, Terry Lynn. 1985. A grammar of Dimili. Also known as Zaza. Ann Arbor. Michigan.
TÜIK (Türkiye İstatistik Kurumu): İstatistik Göstergeler. Statistical İndicators 1923-2009. Retrieved from: http://www.tuik.gov.tr/yillik/Ist_gostergeler.pdf (last accessed 02.06.2017)
Von Le Coq, Albert. 1903. Kurdische Texte. Reichsdruckerei. Berlin. Retrieved from: http://www.kirdki.com/images/kitaphane/Albert%20Von%20Le%20Coq-I.pdf (last accessed 04.04.2017).
Zazaki.de: Die Iranischen Sprachen nach Jost Gippert 1996 (English: The Iranian Languages on Jost Gippert 1996). Retrieved from: http://zazaki.de/deutsch/iranischen_sprachen.htm (last accessed 07.04.2017).
Zeydanlioglu, Welat (2008) „The White Man’s Turkish Burden“: Orientalism, Kemalism and the Kurds in Turkey“ from N/A, Neo-colonial mentalities in contemporary Europe?: language and discourse in the construction of identities. p. 155-174, Newcastle: Cambridge Scholars
[i] 15. yy’dan itibaren Batı’da işletilen matbaa, Osmanlı’ya 200 yıl sonra gelmiştir ve ancak 19. yy’da işlevselliği arttırılmıştır. Bunun neden bu denli geç gerçekleştiği konusunda ‘Kul-Padişah ilişkisinin sarsılma riskini önleme’ fikrinden tutun, ‘Kur’anın bir Kâfir icadı ile temasa geçme’ konusundaki endişelere kadar türlü yorumlar mevcuttur.
[ii] 2006 yılında KBY taslak anayasasını yayınladığında, İran ve diasporada yaşayan 300 Hewremani edebiyatçı ve ilgili olan kişiler anadil hakları için KBY’ya bir dilekçe sunarak, başvuruda bulunmuşlardır. İngilizce tercümesi için bkz. Sheyholislami, Jaffer (2012a). Language policy and planning: Identity and rights in Iraqi Kurdistan. In G. Kunsang, A. Snavely and T. Shakya (eds.), Minority language in today’s global society, Vol. 2 (s. 106-128). New York, NY: Trace Foundation.