2 Temmuz 1993’ten Bugüne Alevi Örgütleri… Prof. Dr. Ayhan Yalçınkaya ile konuştuk…
3. Zeynem Arslan: Hocam, o halde biraz daha Alevi örgütleriyle ilgili devam edebilir miyiz? Bugün Alevi örgütlerinde yöneticilik yapan aktörlerin önemli bir kısmı eski “Türkiye Solu” kaynaklı veya başka bir ifadeyle, 1970’lerin siyasi hareketlerine dayanan bir özgeçmişe sahip. Avrupa diasporasında bir kısmı artık küçük esnaf konumundalar. Eğitimden ve yazılı kültürden uzak olan belli bir toplum kesimi üzerinde bu aktörler hakimiyet kurmuş ve genel fikri ve tutumu belirliyorlar. Bu bilgiler doğrultusunda hem şimdiye, hem de geleceğe dair kısa bir analiz yapabilir miyiz? Örneğin Türkiye’de ve Avrupa’daki Alevi örgütlerini birbirinden ayrı tutarak ve bu denklemde içinde bulundukları kontekstleri de göz önünde bulundurarak, Alevi örgütlerinin “iç-demokratikleşme” süreçleri bakımından hangi aşamada olduğunu söyleyebiliriz? Bir diğer mesele, Alevi örgütleri, benzer özellikleri bağrında taşıyan “sol kuruluşlar” ile pek çok kesişim noktasına sahip. Genel gözlemden hareketle söyleyecek olursak, bu sorunlu bir ilişki ve pek iyi sonuçlar vermiyor. Buna ilişkin neler söyleyebiliriz?
Ayhan Yalçınkaya: Sevgili Zeynem, aslında Alevi örgütleri üzerine konuşmayı pek tercih eden biri değilim ama ille de konuşalım diyorsun yani? Peki, biraz daha devam edelim. Önce sorunun içinde alt sıralarda yer alan bir noktaya değinmek isterim: “iç-demokratikleşme meselesi”. Alevi örgütlülüğünün bugün geldiği evreyi eğer “inanç örgütlenmesi” olarak okuyorsak (bunu başarmış olsun ya da olmasın, temel yöneliminin bu olması yeterli) bunun açık anlamı, artık demokratik kitle örgütlerinde bekleyeceğimiz türden bir iç-demokratik sürecin işletilemeyeceğidir. Kaldı ki, inanç örgütüne dönüşümün asli dinamiklerden birinin devletler/hükümetler olduğu gözetilirse, bu örgütlerin artık bir tür “devlete kendini onaylatma” ve bu onay sayesinde “temsil hakkı” ve buna bağlı kimi şeyleri ele geçirme çabası içinde olduğu hatırlanırsa, “temsiline soyunulan Aleviliğin ya da Alevi topluluğu”n bu durumda bu ihtiyaç doğrultusunda ya yeniden şekillendirileceği ya da yeniden yaratılacağı açıktır. Bu ne demektir? Örgütü ve kitlenizi buna uyduracaksınız demektir. Bu da buna uyum gösteremeyenleri ya da göstermek istemeyenleri, direnenleri ya da kontrolünüz altındaki örgütsel yapıların ya da iradelerin dışında yapı ya da irade geliştirmesi muhtemel failleri hal’ edeceğiniz demektir. Bunun acı sonuçlarını hem yurt dışında, hem yurt içinde görüyoruz. Bütün Alevi örgütlerinde, dışarıdan bakanlar göremese de, çok yoğun bir tasfiye süreci işletiliyor. Tasfiye başlıca silah olarak kullanılmaya başlandı mı, karşı, farklı bir görüşü dillendirmenin bedeli, ne yazık ki bu örgütlerde giderek ağırlaşmaktadır. Bu haliyle bir demokratik eğilimden söz edemeyiz, değil mi? Dahası ve en kötüsü, kiminle birlikte dans ediyorsanız, adımlarınızı onun adımlarına uydurmak zorundasınız. Özellikle Türkiye’de ama aslında genel olarak dünyada, siyasal kültürün öne çıkan özelliklerinden biri “tek adamlık”tır. Bu “tek adam”ın kim olduğu, nitelikleri vs. hiç önemli değil. Önemli olan onun “biricikliği, tekliği”, kerameti kendinden menkul varlığı. Bunun nedenlerini tartışmanın yeri burası değil ama ne acıdır ki bugün tarihimizin en demokratik mirasının izlerini en yoğun biçimde günümüze taşıyan Aleviliğin, sahip olduğu mirası terk etmesi, mevcut siyasal kültürün bu özelliğine teslim olmuş olmasıdır. Özellikle Türkiye’deki Alevi örgütlerinde bu giderek yaygınlaşmakta ve yine ne acıdır ki bunun çaresi de yine bir “başka tek adamlık”ta aranmaktadır. Yarı-hayali bir örnek vereyim: Diyelim ki A Alevi örgütünde uzun yıllar başkanlık yapmış bir örnek var elimizde; takdir edilen, başarılı bir başkanlık dönemi geçirmiş; günahıyla sevabıyla ama neredeyse hep tek başına. Sonra bu başkan yoruluyor. Örgüt onun yerine bir başkasını seçiyor ama yıllardır o kültür içinde yoğrulduğundan bütün ipleri de olduğu gibi yeni başkana teslim ediyor. Her iktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar! Yeni gelen başkan, “her şeyi ben bilirim” deyip kendi doğrularını dayatıyor ve elbette önündeki engel olarak da eski başkanın mirasını görüyor. Dolayısıyla o mirastan yararlanmak yerine, tasfiyeye girişiyor. Sonra örgüt canhıraş ilk seçimde yeni başkandan kurtulmaya çalışıyor. Nasıl? Eski başkanı yeniden göreve getirerek. Peki durum değişti mi? Hayır. Tek adam, yine tek adam. Eğer tek adam demokratik bir siyasal kültür içinde yoğrulmuşsa, durum idare ediliyor; aksi halde olan oluyor. Her iki durumda da koca örgüt tek bir adamın vasıflarına bağımlı hale geliyor.
Daha en kötüsünü söylemedim: Mevcut siyasal kültür Alevilerin de içinde bulunduğu kültür. Dolayısıyla bu kültürün başta gelen hastalıkları aynı zamanda Alevilerin de hastalıkları. Bugün Türkiye’de giderek yükselen ırkçılık, milliyetçilik, şövenizm (kendisini ister anti-emperyalist, ister Atatürkçü olarak sunsun) ve Türk usülü milliyetçiliğin hiç de orijinal olmayan dincilikle bitişmesi, Alevilerin de en başta gelen hastalığı. Bu hastalığın en önemli taşıyıcısının da devlet ve siyasal rejim olduğu gözetilirse, onunla dans etmeye kalkan her birime bu hastalık bulaşıyor. Kabul edilsin ya da edilmesin, bugün örneğin mülteci düşmanlığında başı çekenler içinde Aleviler önemli bir toplam oluşturuyor. Daha düne kadar özellikle Türkiye’nin batısında Kürt yoksullara yönelik nefretin taşıyıcılarından biri de elbette Alevilerdi. Şimdi mülteciler baş düşman olarak okunuyor. Tabanda bu hastalık yayıldıkça örgütler de ne kötü ki bundan nemalanmak istiyorlar ve hastalığı daha çok alana pekiştirerek yayıyorlar. Tasfiye silahıyla bu birleştiği anda ne yazık ki buna direnecekler, failler, yaklaşımlar ilk tasfiye edilenler oluyor ve bugün Alevi örgütleri milliyetçiliğe teslim ediliyor.
Tam burada sorundaki bir unsura bağlanabiliriz işte; bu örgütlerdeki sosyalistlerin varlığı aslında, kabul edilsin edilmesin, milliyetçiliğe karşı panzehirdir; dikkat edilsin, sosyalistler diyorum; Sosyalizmi “anti-emperyalizme” indirgemiş milliyetçilerden, Türkçülerden, Türkçü solculardan söz etmiyorum. Uzun bir zamandır, sizin sorunuzda da kendini alttan alta gösteren bir Sosyalizm ve Sosyalist düşmanlığı Alevi örgütlerinde yaygın olarak karşımıza çıkıyor. Alevi örgütleri kasten ve bilerek, Sosyalistleri günah keçisi ilan ediyor. Örgütün bütün zaafları, hataları, günahları, Sosyalistlerin üstüne yıkılıveriyor. Örneğin sözünü ettiğim tasfiyeciliğin aslında yapısal nedenleri olmakla birlikte, bunu aramak ve çözmek yerine tasfiyecilik sözüm ona Sosyalist sekterliğin ya da hizipçiliğin Alevi örgütüne bulaştırdığı bir hastalığın sonucu olarak görülüyor ve çözüm yeni bir tasfiyede aranıyor: “Sosyalistlerden kurtulalım!” Peki ama Alevi örgütlerini sosyalistlerden kurtulmaya çağıran kim yıllardır? En başta devlet ve onun ayak izlerine basan ırkçı, milliyetçi, faşist yaklaşımlar ve buna uygun örgütlenmeler. Bu doğrultuda sosyalistlerden kurtulduğunuzda kimin talebini yerine getirmiş oluyorsunuz?
Sorunun en sonuna odaklandım, oradan devam edeyim. Alevi örgütlülüğünün bugün bulunduğu ve yerleşmeye çalıştığı zemin ile sol muhalif örgütler arasında artık ya kesişim kümesi içeriksizleşiyor ya da zaten epeydir böyle bir küme yok, kendimizi kandırmayalım. Hatta önceden ne kadar vardı, ondan yana da çok emin değilim. Bugünle sınırlanırsak, en sade haliyle bugünkü Alevi örgütlerinin, nasıl tanımlarlarsa tanımlasınlar, nihayetinde bir “inanç örgütü” olmayı hedeflediği gözetilirse, herhangi bir sol örgütlenmeyle ortak keseni olabileceğini düşünmek zaten biraz abartılı. Eğer değilse, ya o sol örgütlenmede bir sorun vardır, ya Alevi örgütünde; bizim göremediğimiz… Eğer Alevi örgütü hala “hak temelli” bir örgüt olarak devam ediyor ve bu yanıyla sol örgütlerle bir arakesite sahipse, bu durumda da bu ilişkinin Aleviler aleyhine kötü sonuçlar ürettiğini öne sürebilmek için elimizde genel geçer ve çoğun sosyalist harekete karşı klişelerle ya da önyargılarla sınırlı olmaktan başka vasfı olmayan iddiaların ötesinde bir verinin olması lazım. Buna ilişkin hiçbir düşünme girişimi bile hatırlamıyorum ben; Aleviler cephesinde; sosyalistlere küfür, hakaret, aşağılama dışında. Öyle ki en sıradan tepkiyi bile göstermekten uzak duruyorlar. Yine hayali bir örnek vereyim. Diyelim ki B Alevi örgütünü kontrol eden sosyalist bir yönetim var. Bu yönetim Aleviler açısından son derece kötü kararlara imza atıyor. Bu kararlara ya da uygulamalara karşı Aleviler hemen ayağa kalkıyor: “Vayyy, Sosyalistler bize kötülük ediyor!” diye. Ama hiçbiri şu soruyu sormuyor: Kendinize yapıldığını düşündüğünüz kötülüğün onların sosyalist oluşuyla bir ilgisi var mı? Sosyalist değil de milliyetçi olsalardı yine aynı kötülüğü yaparlar mıydı acaba ve en kötüsü, milliyetçi bir yönetim size bu kötülüğü yapsaydı, yine böyle ayağa kalkar mıydınız? Biraz bunun üstüne düşünsek, örgütlerdeki bu Sosyalist düşmanlığının (Alevilerin ve Sosyalistlerin karşılıklı hataları saklı kalmak üzere) esasen tam da kimileri Alevi çalışmalarını domine eden milliyetçi akademisyenler olmak üzere ve en önemlisi AKP rejimi tarafından imal edildiğini kolayca görebilirdik. Bu hayali örneğimizi sürdürürsek, şu ikinci soru da önem kazanıyor: “Sosyalistler, gerçekten sosyalist olarak mı bu örgütlerde faaliyet yürütüyorlar?” Benim yanıtım kesinlikle “Hayır!”. Keşke böyle olsaydı. Keşke Sosyalistler Sosyalist olarak Alevi örgütlerinde faaliyet yürütebilseydi ki zaten artık buna imkan kalmadı, Alevi örgütleri demokratik kitle örgütü olmaktan hızla uzaklaştığı ölçüde. Alevi örgütlerindeki Sosyalistlere kızacaksak Sosyalist oldukları için değil; ol(a)madıkları için, kimlikçi siyaseti demokratik bir siyaset tarzı sandıkları için, anti-emperyalizmi “Solculuk” saydıkları için, post-modern, ultra-modern, neo-liberal argümanları “Solculuk” adı altında sunmaya çalıştıkları için kızmalıyız. Sonuç olarak Sosyalistlerle Aleviler arasındaki ilişki daha çok düşünülmeye, çalışılmaya, araştırılmaya muhtaç bir alan. Alevi hareketi içinde de ne yazık ki bu çalışma alanı bir dogma, “dokunan yanıyor”; Sosyalistler yüzünden değil; Aleviler yüzünden. Alevi hareketinin baskın milliyetçi kanadının bir düşmana ihtiyacı var, bu da Sosyalistler; bu alanı bu yüzden düşünmeye, çalışmaya, tartışmaya kapatmak istiyorlar.
Senin sorunda da yer aldığı gibi, bugün Alevi örgütleri içinde yer alan ve hatta kimileyin örgütü kontrol ya da domine eden faillerin özgeçmişi Türkiye Sosyalist hareketinin ’80 öncesi referanslarıyla yüklü. Ama sen de söylüyorsun; bugün bu özgeçmişin yerini küçük esnaflık, ticaret faaliyetleri vb. almış durumda. Uç bir örnekle konuyu kapatayım istersen, yoksa iyice şeytan ilan edileceğim: bırakalım sosyalistleri ve onların Alevilerle, Alevi örgütleriyle ilişkisini. Diyelim ki örneğimiz bir Dede olsun. İster yurt dışında mukim, ister bir ayağı sürekli yurt dışında olan bir Dede’den söz edelim. Bu Dede aynı zamanda bir Alevi örgütünün yöneticisi. Tutmuş bir turizm seyahat firması kurmuş ve ne yapıyor biliyor musun; Kerbela’ya, Hacı Bektaş’a, hatta belki Dersim’e “Hac turları” düzenliyor. Aynı zamanda buralardaki bağlantıları aracılığıyla hediyelik eşyalar, anmalıklar vs. pazarlıyor. İçinde olduğu Alevi örgütünü de buna uygun bir pazarlama zemini olarak kullanıyor. Diyelim ki biz buna tavır koyacağız; hem bunun bir Hac turizmine dönüştürülmesine, hem örgütün böylesi bir zemin olarak kullanılmasına, hem hediyelik ticarete. Yaptığı şeyi Dede vasfına yakıştıramıyorum. Ama buradan hareketle Dedelere ve Dedeliğe mi kızmalıyım? Zaten Dede vasfı ile yaptığı iş arasında bir ilişki kurmuyorsam, kanımca zaten benim için onun Dedeliği söz konusu bile değildir; öyleyse ona tepkimi nereden ve nasıl göstereceğim? Yanıtım açık: O kişi Dede olduğu için değil, Dedeliğin kimi önkoşullarına sahip olmakla birlikte, yeterince Dede ol(a)madığı için eleştiririm onu. Sosyalistlerle Alevilerin ilişkisine de, belirli bir ölçüde böyle bakıyorum ben.
Sonuç olarak, daha önce belirttiğim gibi, Alevi örgütleri inanç örgütü olmak iddiasına sarıldıkça siyasal örgütlere dönüşüyor ve dar anlamda siyasal hassasiyetleri yükseliyorsa, kaçınılmaz olarak birlikte dans ettikleri aktörlere göre belirli bir uyumcu ve uyguncu çizgiyi tutturacak bir esnekliğe doğru evrildikleri gibi, aynı anda başka bir yöne doğru da (Sosyalistlerle ilişki meselesi gibi) tam tersi bir katılığa savruluyorlar. Kişisel olarak bu gelişmenin Alevi toplulukların geleceği bakımından son derece tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Bir yandan, “onay peşinde koşan sınır tanımaz esneklik, uygunculuk Aleviliği”, bilindik anlamda Aleviliği inanılmaz tahrip ederken, öbür yanda Alevi toplulukların kendi çocuklarından gayrısı olmayan Sosyalistlere ve kendilerine yeni bir dil kazandıran Sosyalist harekete gösterilen bu inanılmaz düşmanlık, Alevi coğrafyasında giderek yükselen Alevi düşmanlığına karşı, Alevileri tümüyle yalnızlaştırıyor, kendine kapatıyor ve savunmasız, müttefiksiz bırakıyor. Saldırıyla karşı karşıya gelen hiçbir Alevi topluluğu, Aleviliğe yapıştırılan ve siyasal boyutları ile tarihi tartışmaya kapalı tutulan batini bir dille kendini savunmamıştır; savunamaz da. Batıni dil topluluğun içine doğru işler, dışına doğru değil. Dıştan gelene, dışa yönelene bu batini dil ile rezonansa girebilecek yeni bir dil gerekir ki bence, modern dünyada bu dillerden en başta geleni de hala Sosyalizmin dilidir.
3/7